31 Aralık 2009 Perşembe

İSTANBUL KENT ARKEOLOJİSİ

Kent arkeolojisi nedir? Nasıl tanımlayabiliriz.? Bu tanımı yapmadan önce hangi kentin arkeolojisinin tanımı yapacağımız önemlidir.Kent arkeolojisi;kentin geçmişi ile bugününü çeşitli yöntemlerle araştırıp belgelemek,günlük yaşamı içinde koşuşturan kentliye,bu bilgileri iletmektir. Kentin bilinen veya bilinmeyen coğrafyasını,jeolojisini, tarihini,sanatını,mimarisini,sanaayini,ekonomisini,kültürünü,geleneklerini ve bunların üzerindeki değişim ve gelişimlerle varlığı devam eden sanat ve zanaatleri, kentliye aktarmaktır.Bugün İstanbul Arkeoloji Müzeleri tarafından yapılmakta olan;Yenikapı Metro ve Marmaray kazıları birçok yönden,bu tanıma örnek olacaktır.Halen devam etmekte olan kazılarla,şuanda ki bulgulara göre belki de,Marmara’nın deniz olmadan önceki durumunu,bugünkü coğrafyanın denizin doğal olarak veya insan eli ile doldurularak,yaklaşık 500m.ileride yeni kıyı ve kıyıların oluştuğunu görmekteyiz.Bu saptamaların arkeolojik kazıları,muhakkak ki arkeologlar tarafından yapılmalıdır.Verilen örnekte olduğu gibi yeni oluşan bu coğrafya ve topografyanın tespiti,özellikle coğrafyacılar ve jeologlar tarafından incelenerek değerlendirmelidir.Bu durumda ortaya çıkan soruyu cevaplamak gerekir.Kent arkeolojisi sadece arkeologların görevimidir?Bence tek başına arkeologların değerlendirmeleri yaparak kesin sonuçlara varmaları mümkün değildir.Kesinlikle diğer bilim dalları ile ortaklaşa projeler yürütülmelidir.Ancak bireylerin kendi bilim dalları içinde kalarak diğer mesleklere öykünmemeleri gerekmektedir.Örneğin çağımızın yaratıcı ve insanlık için lık vazgeçilemez ilimlerden biri olan mimarlık bilim dalı mensuplarının ,hiçbir zaman arkeologlara özenerek,bugün yaşanan bir çok örnekte olduğu gibi kazı yapmaları veya bu yönde istekli olmaları kent arkeolojisinin yanlışları arasında yer alacaktır.
Kent arkeolojisinde,oluşturulacak bilim heyetlerine öncelikle katılımlsarının sağlanması geren bilim dalları mensuplarını sıralayacak olursak:
1)Arkeologlar ve sanat tarihçiler
2)Mimarlar
3)Jeologlar
4)Coğrafyacılar
5)Antropologlar
6)Arkeozoologlar
7)İnşaat Mühendisleri
8)Çevre Mühendisleri
9)Kent tasarım ve planlamacıları
10)Kimyagerler
11)Fotografçılar
12)Epigraflar
13)Nümismatlar
14)Restoratör ve konservatörler
15)Harita mühendisleri
16)Bilgisayar Mühendisleri daha birçok bilim dalını sayabiliriz.Burada öncelikle kabul etmemiz gereken husus;arkeolog ve sanat tarihçilerinin işi yürütmeleri sırasında,gerekli destek,sözü edilen bilim dallarının kendi işlerinde uzman olarak bağımsız olduğu kadar kesin sonuçlara varabilmek için ekip çalışmasına katılmaları gerekmektedir.Buna bir örnek verirsek;Beyazıt Tavşantaşı kazısını Sanat Tarihçi Necati Erek’le birlikte yürütürken karşı karıya kaldığımız sorun ,ilgili Kültür veTabiat Varlıklarını Koruma.Kurulu kararına istinaden bir pasajın tabanından aşağıya yaklaşık 14 metre kazarak,zemini aşağıda bulunan Bizans dönemine ait bir kısmı ayakta kalmış büyük ebatlı tonozların üstüne çelik direklerle oturtulmaları isteniyordu.Burada iki önemli sorunumuz vardı.1)Direkler tonoza zarar vermeden nasıl taşıyıcı olacaktı.2)En önemli sorun ise güneyde önü açık olan ve yaklaşık 14 metre yükseklikte toprak moloz karışımında meydana gelen kaymaları nasıl önlenecekti.Burada ekibe sayın Prof.Dr.Kaya ÖZGEN’in(İ.T.Ü.Mimarlık Fakültesi,Statik Ana Bilim dalı Başkanı) katılması ile sorun köklü olarak çözülmüştür.Burada kayan moloz yığını önüne imal edilen L şeklinde geçici bir perde duvarı,kazı sonuna kadar güvenle kazı yapmamızı sağlamıştır.Sayın hocamla birkaç kazıda aynı ekipte yer almak bana çalışmalarda
güven vermiştir.Ancak burada yaşamımızı tehlikeye atarak yaptığımız kazılarda ortaya çıkarılan mimari buluntuların,izin alınmadan başkaları tarafından yayınlanması,üzücü olmuştur.
Kent Arkeolojisinin ana amaçlarından en önemlisi;korumaktır.Bu işlevi ise tek başına yerine getirmesi olanaksızdır.Kent korumacılığı için resmi ve sivil kurumlarla çalışma zorunluluğu vardır.bu kurumlardan bazılarını sıralarsak;İllerde veya bölgelerde konuşlanmış olan ,Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesindeki,Kültür ve Tabiat varlıklarını Koruma Kurulları,Müzeler,Restorasyon ve konservasyon Müdürlüğü Çevre Bakanlığı’na bağlı İl Çevre Müdürlükleri,İçişleri Bakanlığı,güvenlik güçleri,İl ve İlçe Belediyeleri,Üniversiteler,Sivil toplum örgütleri,Mesleki örgütleri ,Basın(yazılı veya görsel),Kamuoyu olarak tespit edebiliriz.Burada kurumlarla,kent arkeolojisinin ilişkisini,ortaya koymadan,ortaya çıkan önemli bir soruyu yanıtlamamız gereklidir.Hangi kentin arkeolojisini inceleyeceğiz?Her kentin tarihi ,öyküsü kendine hastır.Bu satırların yazarı,doğup büyüdüğü,havasını soluduğu,sokaklarını adımladığı,içindeki yeni oluşumları izleyip,kayboluşları yaşayan,görülmeyen heyecan ve üzüntülerini yaşayan herkesle birlikte hissettiğim kentin yani İstanbul’un kent Arkeolojisini irdeleyeceğiz.bu açıklamadan sonra kurumların yapısal özellikleri ve işlevlerini sorgulayabiliriz.
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu:Kent Arkeolojisinin olmazsa olmaz kurumudur.Çünkü unvanından da anlaşılacağı gibi,korumayı yapan ve kararları veren kurumdur.Kırsal alanlarda yapılan kazılarda,kararlar genelde üniversite mensubu kazı başkanları ve Kültür ve Turizm Bakanlığı temsilcilerin yetkileri dahilinde alınır.Kentler ve çevresinde ki kültür ve tabiat varlıkları ile ilgili kararlar ilgili kurulunca verilir.Anılan kurulların üç üyesi Bakanlıkça konusunda yetkin kişilerden, iki üye YÖK tarafından seçilerek atanır.İstanbul kurulları daha önce dört adet iken bugün işlerin yoğunlaşması nedeni ile etkili çalışma olanağı olmadığı için büyük ölçüde dosya yığılması olduğundan kurul sayısı altıya çıkarılmıştır.İstanbul’da Bizans ve Osmanlı imparatorluklarının esas yerleşim yerleri olan Fatih,Eminönü ilçelerine ilişkin kararları ,alma yetkesi 4 no lu kurula verilmiştir.Hem sanat tarihi,hem i,ide arkeoloji için önemli olan bu kurulda kültür varlıklarının korunması ile ilgi kararlarda büyük yük altına giren bilim dallarından tek bir üye vardır.Kurulların unvanı içinde yer alan tabiat varlıkları ile alınacak kararlarda ne yazık ki konusu ile ilgili bir uzman yoktur. Kurulların işlevsel ve yapısal durumları ile ilgili olarak daha çok söylemde bulunabiliriz.Ancak diğer resmi kurumlarda da olduğu gibi bazı nedenlerden ötürü fazlaca irdelemeden ve eleştiriden kaçınacağız.
Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı olan İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü,ilgili kurulun kararı doğrultusunda,kazı yapılacak alana,yerin büyüklüğüne ve önemine göre bir veya birden çok uzman görevlendirir.Ancak,Müze Müdürlüğünün elinde bu tip kazılarda çalışacak uzman sayısı yetersizdir.Emekli olanların yerine bu alanda yetişecek kişilerin usta çırak ilişkisine girme fırsatı olmadan ,uzmanlaştırılmaya çalışılması,çoğunlukla olumlu neticeler oluşturmamaktadır.Burada sevinerek ifade edebiliriz ki yeni gelen genç arkeologların yetişmesi için Metro ve Marmaray kazıları bir atölye olacaktır.Şunu da kabul etmek gerekir ki Müzenin görevi sadece kent arkeolojine kazı yaparak katılmak değildir.Müzeci olarak görev yapan uzmanlarda,kazılardan gelen eserlerin envanter,koruma,sergileme çalışmalarını yaparak kent arkeolojisine önemli boyutlarda katkı sağlamaktadır.Ayrıca Müze uzmanlarının yerine getirmesi gereken görev çeşidinin en az 20 olduğunu söylersek,kent arkeologlarının sayınsıdaki azalma net olarak görülür.Ancak Müze içinde bir grup olarak örgütlenecek kent arkeologları mutlaka meslek içi eğitimden geçirilerek kent arkeolojisinin eğitimi için temel bilgileri almalılardır.
Ayni Bakanlığa bağlı Restorasyon ve konservasyon Müdürlüğü uzmanları kent arkeolojisinin içinde olmalıdır.Çünkü kentte bulunan anıt ve yapıların gerekli bakım onarımı bu kurumda görevli uzmanların belirleyeceği koşullarda yapılmalıdır.Ancak bu konuda yeterli uzman kadrosuna sahip olmayan yüklenici firmaların, sadece kar amacı ile girdikleri ihaleler sonucunda ; Kıztaşı (Marcianus) sutununda yapılan yanlış uygulamalar,bu konudan nasıl ders alınması gerektiğini göstermesi bakımından ilginçtir.Bu tip projelerin verileceği firmaların yapısı,esere bakış açısı .yeterliliği kanıtlanmış kadrolara sahip olup olmadığı ihaleden önce mutlaka araştırılmalı,hatır gönüle dayalı iş yaptırmanın geleceğe aktaracak anıt ve yapılarda önemli miktarda azalmalar oluşacaktır.
İl çevre Müdürlüklerince oluşturulan çevre değerlendirme raporlarının hazırlanmasında,Müzeden davet edilen arkeologlar kadar anılan Müdürlük kadrolarında enaz bir kent arkeoloğu veya ikinci kent arkeoloğunun sanat tarihi eğitimi almış olması göz önüne alınarak yer almalıdırlar.
İç işleri Bakanlığına bağlı güvenlik güçleri daha önceki yıllarda kent içinde yapılan kaçak kazılar bazı hallerde polis tarafından engellenebiliyordu.Ancak daha sonraki yıllarda,polis bu tip ihbarları genellikle ilgili belediyesine sevk etmektedir.Bununla ilgili bir örnek verecek olursak;Sirkeci’de tren garının biraz altında,tramvay raylarının ortasında,iş makinesı ile yapılan denetimsiz kazıda muhtemelen bu bölgede yer alan sahil surunun kırılarak tahrip olduğunu gördüm.Saat yaklaşık 18 suları idi.Belediyeyi aradım.Mavi masa’ya ulaşamadım.Polsi aradım.Onlar da belediyeyi aramamı tavsiye ettiler.İşi yaptıran zaten belediyeye bağlı bir kurumdu.Yapacak hiçbir şey bulamadım.O anda duyduğum çaresizliğin bir kent gerçeği olduğunu kabul etmek zorunda bırakıldım.
Belediyeler,İl ve ilçe belediyeleri…kent arkeolojisi içinde yer alan en önemli kurum.Aslında kentin gerçek koruyucusu, kültür ve tabiat varlıklarına yasal çerçevede sahip çıkması gereken kurum.beldenin sahibi olan her ne kadar seçimlerle yöneticileri,kurulları değişen bu kurum,kent için gereken planlamaları yaparak kentin,varolan kültür ve tabiat varlıkları ile kent arkeologları tarafından ortaya çıkarılan eserleri korumak ve sergilemek için gereken projeleri uygulamaktır.Daha önceki yıllarda belediyelerde bu bilincin oluşmadığı,gereksiz siyasi kaygılarla,plansız ve kaçak yapılaşma sonucu şehrin güzellikleri yok olmaktaydı.Ancak Metro projesi kapsamında yapılan çalışmalarda İstanbul Büyük Şehir Belediyesi‘in yaklaşımı kent arkeolojisi bakımından önemli bir gelişmedir.Kazılar sonucu ortaya çıkarılan batık Bizans tekneleri ile ilgili olarak bu alanda oluşturulacak kültür parkı pröjesi dahilinde bir Müze oluşturulması ile burada ortaya çıkarılan eserlerle ilgili sergilemenin yapılması için çalışmaların başlatılmasını talep etmiştir.Böylesine ihtisas konusu olan Müze projesini çizebilecek yetkin mimarların araştırılmasını istemiştir. Bu husus kent arkeolojisi bakımından önemli bir gelişmedir.Kapalıçarşı’nın,bugünkü döşeme taşlarının yapımı sırasında ogün kü ilçe belediyesinin daha önceki dönemlere ait altıgen döşeme taşlarını kent arkeologlarını nasıl devre dışı bırakarak söküp attıklarına şahit olunmuştur.Çıkarılan 5226 sayılı yasadan anladığım, kent içi kazılar Müzelerden alınarak,belediyelere devredilecektir.Bu kanımca kent arkeolojisinin sonu olacaktır.Artık denetimsiz kalacak il ve ilçe belediyeleri,kendi ruhsat verecekleri kazıları,sorunsuz mutemelen hiçbir şey bulmadan bitireceklerdir.Bugün için hizmet ürettiklerini sanacaklar,ancak bugün toplumda ve çevremizde kaybolan ve kayboldukça aradığımız ve kentin özelliklerini oluşturan değerleri aramak zorunda kalmazlar.Bu hususta ümid ederim yanılıyorumdur.
Üniversitelerin kent arkeolojisinde alacakları rol kentlerin geleceğini önemli ölçüde etkileyecektir.Özellikle;Mimarlık,İnşaat Mühendisliği fakülteleri ile Arkeoloji ve sanat tarihleri bölümünde kent arkeolojisi,eğitim programı içindeki yerini almalıdır.Bugün Arkeoloji ve sanat tarihi bölümlerinde,geleneksel boyuta ulaşmış pek fazla değişime uğramayan dersler okutulmaktadır.Örneğin;Prehistorya bölümünde prehistorik dönemler,protohistorya bölümünde bunu izleyen dönemler,klasik arkeoloji bölümünde arkaik den başlayarak Roma sonuna kadar,sanat tarihi bölümünde ise Bizans ve Osmanlı okutulmaktadır.Kent arkeolojisinde bu kadar dağınık bilgi yetersizdir.Bugün Yenikapı’da yapılan kazılarda,prehistorik tabakalara inilmiş,yaklaşık 58.000m2 lik alanın başka bir kısmında geç Roma yapılarına,Helenistik döneme ait buluntulara,Geç Bizans’a ait bir kiliseye,Osmanlı dönemine ait işliklerle birlikte çeşitli dönemlere ait buluntular ortaya çıkarılmıştır.Kent arkeolojisi kapsamında otaya çıkarılan bizi çoğu kez şaşırttı ise de fazlaca zorlamadı.Çünkü bu konuda kazandığımız deneyimler,kararlarımızda ve değerlendirmelerimizde bize yardımcı olmuştur.Kent arkeolojisinin gereklerinden biri olan mutlaka uzmanını bul ve çalış ilkesi de deneyim kazanmamızda etkili olmuştur.Şu anda bu kazılarda görev alan 40 serbest arkeolog,5 mimar,2 fotografçı,2 restoratör ,kent arkeolojisi deneyimini kazanmaktadır.
Ekibe katılan arkeologların ülkemizin çeşitli illerinde yer alan üniversitelerin arkeoloji bölümlerinden mezun olduktan sonra İstanbul’un bu eski limanını kazmaları ve yorumlamaları,kent arkeolojisi eğitini almadıkları için zor olmaktadır.Kent arkeolojisi kapsamında yapılan kazıların çoğunluğunun kurtarma kazısı kapsamında yapıldığı da göz ardı edilmemelidir.
Üniversitelerin ilgili bölümleri,uzmanlıkları alanına giren konularda,
bilgi aktarmada veya uygulamalarda kazılara dahil olmadır.Yenikapı kazılarında ortaya çıkararak tanımladığımız,Bizans dönemine ait batıkların çizim ve kaldırma işleri,Texas Üniversitesi ve İstanbul üniversitesinin ilgili bölümlerince yapılmaktadır.Prehistorik tabaka buluntularında İstanbul Üniversitesi Prehistorya bölüm Başkanı Prof.Dr.Mehmet Özdoğan’ın bilgi ve yorumuna başvurulmuştur.
Kent arkeolojisi antik bir kentin planının ne şekilde olduğuna bakmak değildir.Kent arkeolojisi,yaşayan bir kentin içinde veya altında bulunan,kentin tarihini belgeleyen eserleri,ortaya çıkarmak,belgelemek ve koruyarak gelecek nesillere aktarmaktır.

13 Aralık 2009 Pazar

İlgi Dergisi'nden Makale

YENİKAPI’DA ANTİK BİR LİMAN

M.Metin GÖKÇAY
Arkeolog



İstanbul Arkeoloji Müzeleri tarafından 2004 yılında Metro ve Marmaray projeleri kapsamında başlatılan,arkeolojik kazılar halen devam etmektedir.Deniz ticaretinin,Bizans için çok önemli olduğu açık bir gerçektir.Tarihi yarımadanın güney yamacında yer alan limanların en büyüklerinden bir tanesi Eleutherios/Theodosios limanlarıdır.Liman bölgesi bugün denizden yaklaşık 500 metre içeride kalmıştır.Bizans döneminde,kentin XII.bölgesi olan Eleutherion’da ve yedinci tepenin güney yamacında yer alıyordu. Günümüz coğrafyasında ,limanın sınırlarını çizersek;doğuda ,Mustafa Kemal caddesine cepheli Sağcanlar oteli arkasında bulünan muhtemelen M.S.4.yy’a ait bir duvarla,sonlanıyordu.Buradan yaklaşık 1 km. batıda,eski Davutpaşa iskele sokak yakınındaki surlara kadar devam ediyodu.Kuzey sınırını ise halen yer yer kalmış olan Marmara sahil surları çevreliyordu.Kazılar ve araştırmalar sonucu;Langa Bostanı sokak üstünde, saptanan iki kapı limanın kentle ilişkisini sağlıyordu.Güneybatıda yer alan ve batıya doğru devam eden doğal bir sırt üzerine inşa edilen mendirek,NamıkKemal caddesinde ucundaki Beleserios kulesi ile son buluyordu.Tarihi yarımada üzerinde bilinen tek akarsu olan LYkos deresi Vatan caddesinden gelerek,Namıkkemal caddesinden geçip liman içine dökülüyordu.

Kazı çalışmaları sırasında elde edilen bulgulara göre;liman 4.yy’dan itibaren,özellikle Akdeniz ülkeleri ile yapılan ticarette,yoğun olarak kullanılmıştır.638 yılında İslam orduları ile Yermük’te karşılaşan Bizans ordusunun yenilmesi;Bizans’ın tahıl deposu olan Mısır’ın kaybedilmesini ve limandaki ticaretin 10.yy’a kadar yavaşlamasını sağlamıştır.İmparator I.Theodosios Mısır’dan gelen tahıllar için büyük depolar yaptırdığı için limanın isimlerinden biri İmpartorun adı olmuştur.989’da Kiev prensi Vladimir’in ortadoksluğu kabul etesi ile Chersones üzerinden Rusya ile olan ticaret yoğunlaşmıştır.Liman 11.yy’dan itibaren, lodos fırtınalarının getirdidi kumlar,Lykos deresinin taşıdığı atıklar ve diğer doğal nedenlerle dolmaya başlamış 15. Yy’da tamamen dolmuştur.15.yy’dan itibaren Langa Bostanları,sebze üretimi yapılan alanlar olarak kullanılmıştır.


Yenikapı’da kent arkeolojisi kapsamında yapılan kazılarda,Marmara denizinin daha oluşmadığı dönemlere ulaşılmıştır.Muhtemelen bugünkü İstanbul boğazının olduğu yerde akan ve Karadeniz’e dökülen Bosphorus nehrinin yatağına kazılar sonucunda ulaşılmıştır. Antik kaynaklarda yer alan tabanı taş döşeli Eleutheurios limanı tanımı, belki de akarsuyun iki kolunun taşıyıp oluşturduğu bir taş tabandır. Bu tabanı oluşturan taşların İstanbul içinden gelmediği Boğaz kıyılarından geldiği Jeologlar tarafından saptanmıştır Bu konuda stanbul Üniversitesi ‘nden Prof.Dr. Namık Yalçın ve Oya Algan ile ekibinin çalışmalarının sonuçlarını bekleyip elde edilen verilere göre fikir yürütmenin daha doğru olacağına inanıyorum.
.
Ancak daha önemlisi, M.Ö. 6000 ait Neolitik dönem bir yerleşim ortaya çıkarılmıştır.Dal mimarisi tarzında mimari oluşumun içinde ayni döneme ait iskeletlerin bulunması İstanbul’un en eski hemşerilerini bizlere tanıma fırsatını vermiştir.Pendik,Temenye,Kadıköy Fikirtepe’den Avrupa geçişinde kopuk halka Yenikapı’da ki neolitik dönem yerleşmesi ile tamamlanmıştır. Kazıların devamında burada bulanan bir çift kürek,belki de yerleşimin gölün kıyısına yakın olduğunu kazıların devam etmesi halinde bu döneme ait bir kanonun bulunabileceğini göstermektir.

Kazı çalışmaları sırasında bir çok ahşap iskele ortaya çıkarılmıştır. Bunların bir kısmı,kalın ve sıkça çakılmış ahşap kazıklardan inşa edilmiştir.Yaklaşık 45.m. uzunluğunda olan böyle bir iskele de bulunmuştur. İskelelerin bu kadar ağırlığa dayanıklı olarak yapılma nedeni buraya yanaşan gemilerden indirilen yükün arabalarla liman dışına taşınması içindir.İstanbul Üniversitesi Veterinerlik fakültesinden Doç.Dr.Vedat Onar’ın,kazıda bulunan hayvan kemikleri üzerinde yaptığı çalışmalarda taşımacılığın büyük ölçüde,at,eşek,sığır ve develerle yapıldığını saptamıştır.Langa bostanı sokak tarafında bulunan ön kısmı düzgün kesilmiş blok taşlar ve arka kısmı küçük taşların horasan harçla birleştirilerek yapılmış üç adet bloktan oluşturulmuş rıhtımın hemen kuzeyde bulunan şehir kapısı ile birleştiği saptanmıştır.Limanın mendirek içinde kalan en batı ucu kuzey güney doğrultusunda, dörtgen formlu blok taşlardan oluşturulan bir rıhtımla son bulmaktadır.4.yy’da olasılıkla gemiler burya yanaşmakta idi.Liman dolmaya başladıkça,rıhtımdan doğuya doğru,45 metre uzunluğunda ahşap bir iskele yapılmıştır.

.
Limanın batı kısmının önü mendirekle kapalı olduğundan burası karadan gelen ve Lykos ağzına yakın olması nedeni ile akarsuyun getirdiği alüvyonlarla dolamaya başlamıştır. Limanın doğu kısmı bugünkü Namık Kemal ve Mustafa Kemal Caddeleri arasında kalan kısmı ise önünün açık olmasından sebeple lodos fırtınalarının getirdiği kumlarla dolmuştur. Ayrıca limanda,6.yy’da bir tsunami olduğu, Prof. Dr. Doğan Perinçek tarafından tespit edilmiştir. Ancak, bugüne kadar kazılar sonucu ortaya çıkarılan 32 batık tekneden büyük çoğunluğunun omurgaları üstünde ve kuma saplanmış olarak bulunmaları, bunların fırtınada batmadığını düşündürmektedir. Teknelerde, herhangi bir şekilde yana doğru devrilme olmaması ve örneğin MRY’9 no ile adlandırılan batığın içinde ,olasılıkla kaptanın özel olarak yapılmış kapalı bölme içinde;pişmiş toprak maltız ocak yakınında ki hasır sepet içinde bulunan vişne/kiraz çekirdeklerinin sepet içinde kalmış olması,nu muhtemelen bir tsunaminin oluştuğu düşündürmektedir. Ayrıca bu teknelere ait baş ve kıç bodoslamalarının olmaması ve kuma saplandığı kısımdan yukarıdaki kaplamalarının ve küpeştelerinin bulunmaması fırtına sonucu batma olmadığını düşündürmektedir. Limanın tekneleri fırtınalardan korunmak için bir barınak olduğunu kabul edersek, bu kadar teknenin fırtına sonucu batması da olanaksız gözükmektedir.
11.yy’dan itibaren kuzeyden güneye doğru dolamakta olan limanda dolgunun oluşturduğu alanları sertleştirmek ve yer kazanmak amacı ile yaklaşık 4.5 m. uzunluğunda çok kalın olmayan kazıklar çok geniş aralıklar bırakılmadan kuzey güney yönünde çakılmış araları ve kazıkların üst kotu ,keramik parçaları ve taşlardan oluşan molozla doldurulmuştur. MRY’3 nolu batığın liman dolgusu için moloz taşıyan büyük bir gemi olduğunun tespit edilmiş olması da, bu fikri doğrulamaktadır. Bu dolgu alanı üzerine 12.-13.yy’da inşaa edilen kilise, diğer yapı toplulukları yapılmıştır.Bu kazıkların iskele kazığı olduğu yönünde görüşler olsa da,bu hazıkların üstte kalan uçlarının sivri olması,sıkça çakılmaması ve ince olmaları iskele platformunu taşıyacak tahtaların çakılmasına uygun değildir.Kazıların devamında bu kazıkların dolgu amaçlı kullanıldığı saptanmıştır. Daha sonra alanın büyük bir kısmı sebze üretimi için 15.yy’da oluşan 20.yy’a kadar kullanılan ünlü Langa Bostanları, daha sonra Balkan ülkelerine giden kargo kamyonlarına park yeri olarak kullanılmıştır.
58 dönüm içinde yer alan kazılarda ortaya çıkarılan mimari buluntular, İstanbul kent arkeolojisi ve tarihi açısından önemli verileri ortaya koymuştur.Kazı alanının kuzey batısında bir kısmı Theodosios surlarının altında kalan,dörtgen formlu, düzgün kesme taşlardan horasan harçla örülmüş yaklaşık 4.5 m. genişliğinde kazı alanı içinde tespit edilen uzunluğu 51.5 m. olan doğu-batı doğrultulu taş örme bir duvar ortaya çıkarılmıştır. Constantinıus I.Maximus şehri kurarken, böylesine önemli bir limanı savunma sisteminden dışarıda tutmayacağı açıktır. Daha önce çizilen haritalarda Konstantin suru yaklaşık Samatya SSK hastanesinin yanından başlayıp Ese kapı, Fındıkzade, Vatan Caddesi Fatih Camiisi batısından Haliç kıyısındaki Fener’e ulaştığı tahmini olarak gösteriliyordu. Kazılar sonucu,bu duvarın temel seviyesinde bulunan Konstantine ait Bronz sikkeler, surun V.yy suru olan Theodosios surunun altında olması ve bu sura ait taşların sökülerek Theododsios surunun yapımında kullanılmış olması ve surun yapım tekniğinde, surun içinde ahşap hatıllarında kullanılmış olması Theodosios surundan farklı bir tekniği göstermektedir.yrıca sur içinde bulunan ahşap parçasının,Prof.Dr.Peter Koniholm tarafınan dendrokronolojik açıdan yapılan inceleme ve C 14 sonucu ahşabın 320’li yıllara ait olduğu,kesin olarak saptanmıştır.Bu itibarla,sözü edilen duvarın Konstantin surunun başlangıcı olduğu saptanmıştır. Konstantin surunu güneyde deniz tarafından keserek S vari bir kavisle depo yapısının altına tonozla girip kuzeye doğru devam eden üstü yaprak tuğla, duvarları taşla örülerek oluşturulan yaklaşık 1.90.m. yüksekliğinde,1.60.m. genişliğinde tabanı taş döşeli tonozun, gizli bir yol olduğu ve denizden gelen bir kişinin limandakilere görülmeden 7. Tepe civarındaki, önemli yapılara ulaştığı sanılmaktadır. Bu tonozlu yapı içinde ortaya çıkarılan 16 adet yağ kandili de bu fikri doğrulamaktadır. Gizli yolu oluşturan tonoz yapısı 4.y.y.’a aittir.
Gizli yolun üstünde yer alan tabanı horasan harçla sıvalı ve hemen güneyinde daha alt seviyede bulunan ve yine tabanı horasan harçla sıvalı ikinci yapının içinde de birer kuyu bulunmaktadır. Bu kuyular nedeni ile bu mekanların sarnıç değil limana ait depo olabileceği sanılmaktadır. Sarnıçların su toplama yapıları olduğu düşünüldüğünde bu yapıların depo olduğu tahmin edilmektedir. Muhtemelen bu depolar içinde limana gelen şarap gibi sıcaktan etkilenebilecek mallar saklanıyordu. Bu depo yapılarından,kuzeydeki yapının horasan harçla sıvalı tabanına sonradan açılan, derin ve düzgün olmayan çukurların ise batıda bulunan deri işliklerine ait renklendirme çukurları olduğu tahmin edilmektedir.
Depo yapısının kuzeyinde, doğu batı yönünde yer alan dörtgen planlı iki büyük yapı taş temel üzerine yaklaşık 4 cm. kalınlığında 38x38 cm. ebadında tuğlalardan horasan harçla örülerek inşaa edilmiştir. Doğudaki yapının düzgün olmayan taş temel duvarları üzerine tuğla duvarlar örülmüş olup duvarların bir kısmı yer yer kalmıştır.Batıdaki tuğla örgülü duvarın altına temel olarak konulmuş olan dikdörtgen prizma taş blok,6.y.y. yapı tekniği olarak ilginçtir.Sultanahmet semtinde, Küçükayasofya Cami(Bizans’ta Segios_Bachos kilisesi)karşısında tarafımdan yapılan kazıda da aynı yapım tekniği uygulanmış mimari buluntular ortaya çıkarılmıştır.Bu yapılar,muhtemelen limanla ilgili resmi yapılardır. Duvardaki tuğlalar üzerinde bulunan tuğla damgalarından ve duvar tekniği bakımından bu yapılar 6.yy’a tarihlendirilmiştir.
Kazı alanının batısında,‘100 Ada’ olarak tabir edilen alanın güney batısında 4 odadan meydana gelen hypoje yapısı yapım tekniği bakımından ilginçtir. Duvarların alt kısmı düzgün olmayan biçimsiz taşlardan, üstü ise gizli tuğla tekniği ile örülmüştür. Üst kapatmasında uygulanan tonoz sistemi pek sık rastlanmayan bir teknikle yapılmıştır. Yaklaşık 1.5-2 cm. kalınlığında 19x31 cm ebadında tuğlalar alışıla gelmiş olarak dikine yerleştirilip kemer şeklinde duvarlar üzerinde bitmemektedir. Buradaki tonoz biraz daha yayvan olup incedir. Çünkü tuğlalar aynı yönde tonoz boyunca biraz yatay olarak birbirinin üzerine horasan harçla örülerek oluşturulmuştur. Dört mezar odasının da yanlardan girişlerinin olmaması ilginçtir. Yapılan incelemede tonozun duvarla birleştiği yerlerde karşılıklı oluşturulan yarım üçgen taşıyıcı, üstten bırakılan dörtgen girişleri taşımakta ve gömü buradan yapılmaktadır. Bu mezar odalarının bir benzeri Theodosios surunun kuzey doğu dönüşünün üstünde iki payanda arasının kuzeyine, duvar örülerek oluşturmuştur. Bu mezar odası içinde üst üste gömüler saptanmıştır. Bu yapılar 12.yy’a tarihlendirilmiştir.
Anılan alanın kuzey doğusunda Theodosios surlarına doğu-batı yönünde paralel genişliği 1.10m., yüksekliği 1.50m. olan duvarları düzgün kesme taşlarla örülmüş, üstü mezar odaları tekniğinde tuğla örülü tonozla kapatılmış atık su kanalı ortaya çıkarılmıştır. Su kanalının güney duvarı belirgin şekilde şevli olup, Konstantin suru üzerinde bulunan ve zamanla işlevini kaybeden gizli yol içine, bu şekilde bağlantı yapılmıştır. Bu atık su kanalı da 12.yy’a tarihlendirilmektedir.
Alanın güneybatısında bulunan doğu-batı yönünde 4 adet dörtgen planlı mekandan oluşan işlikler ortaya çıkarılmıştır. Anılan yapıların içine 4 basamakla inilmektedir.Mekanlara ait duvarlar ayni seviyede olup yaklaşık 1.5-2.m yüksekliğindedir.Bu da yapıların üst kısmının ahşap direkli sundurmalarla kapatıldığını göstermektedir. Tabanda ve duvarda yer alan yoğun kireç ve duvarların üstünden ve güneyden gelen su künk ve kanalları burada deri ile ilgili işleme yapıldığını göstermektedir. Bu yapılar muhtemelen 13.yy’a ait olmalıdır.
Metro kazı alanında kazılar sonucu ortaya çıkarılan yapı küçük bir kilisedir. Önce ortadaki mekan; duvarları taş ve horasan harçla örülerek yapılmış olup duvarları sıvalıdır. Muhtemelen sıvalar üstünde freskler yer alıyordu. Orta mekanın içinde, yapılan kazıda bulunan, fresk parçaları bu hususu doğrulamaktadır. Mekanın doğusu içte ve dışta yarım daire şeklinde apsisli olup dörtgen planlıdır. Bir şapel olarak yapılan bu mekanın güneyinde yer alan aynı teknikle yapılmış üç küçük dörtgen formlu odadan L plan oluşturan kiler yapısı da bulunmuştur. Bu mekanlardan birinin içinde bulunan 3 kulplu küp bu fikri doğrulamaktadır. Ana mekanın kuzey ve güneyine, daha sonra eklenen düzgün olmayan taşlardan örülerek yapılmış,üç apsisli yapıdan,meydana gelen bazilika vari bir plan ortaya çıkmıştır. Batıda tabanı dörtgen tuğla döşeli bir atrium mevcuttur. Kilise yapısının içinde taştan oluşturulmuş ahşap dikme yerleri yapının üst örtüsünün ve duvarlarının ahşap olduğunu göstermektedir. Orta nefte bulunan yangın tabakası bu hususu doğrulamaktadır. Kilisenin içinde ve çevresinde düzgün olmayan taşlardan yan duvarları örülü ve mezar kiremitleri ile üstü örtülü 23 mezar ortaya çıkarılmıştır. Orta mekanda dairesel büyük bir çukur içinde bulunan 47 adet insana ait iskelet kilise işlevini yitirdikten sonra muhtemelen bir hastalık sonucu ölen sadece kadın ve çoçuklara ait bir toplu gömü olduğunu düşündürmektedir. Denizcilere ait muhtemelen Hagia Nicholas’a adanmış bu kilise, limanın dolamasında sonra elde edilen dolgu üzerine yapılmış olup 12.yy sonu 13.yy’a tarihlendirilmektedir. Anılan yapının kuzeyinde kazılarla ortaya çıkarılan Theodosios surunun güney yüzüne bitişik olan ve surun üzerine bir niş açılarak tabanı dörtgen kaplamalarla oluşturulmuş ve bir kuyusu olan ayazma bulunmuştur. Ayazma muhtemelen kilise ile ilişkilidir.
Kazılar sırasında ortaya çıkarılan limanla ilgili en ilginç yapı bir deniz feneridir. Limanın doğu ucuna yakındır.Deniz fenerinin doğu tarafı sığ olduğu için gemilerin gece limana girişlerinde uyarı görevini yerine getirmektedir.Büyük bir olasılıkla mendireğin ucundaki Balasarius kulesi de deniz feneri olarak görev yapmakta idi.Fener yapısı kuzey güney yönünde şu ana kadar tespit edilebildiği kadarı ile dört bloktan oluşmaktadır.Muhtemelen kuzeyde sahil suru ile birleşmektedir.Yapı mimari açıdan ilginç bir yapım tarzına sahiptir.bokların,güney ucu beşgen diğerleri dörtgen planlıdır.Öndeki bloğun beşgen olarak yapılması uç kısımda oluşan üçgen kısmın gelen dalgaları kırarak yapı statiğinin korunmasını sağlamaktır.Fener yapısının büyük bir kısmı deniz içinde imal edilmiştir.Bunun içinde ahşap bir kasa zemin içine oturtulmuş,suların içeri girmemesi için tahta araları,muhtemelen kalafatlanmıştır.Ahşap kasa içinde biriken su el tulumbaları dışarı atılmış tekrar su girişini önlemek amacı ile kasa alt seviyesine ve çevresine kil yerleştirilmiştir,Kasaların dirençli olması için ahşap kalasların uc kısımları geçme yapılarak birleştirilmiştir.Bu ahşap hatıllar üzerine açılan dörtgen delikler içine yerleştirilen ahşap dikmelerin iç kısmı üzerine çakılan kalın olmayan enli tahtalar çakılarak kasa oluşturulmuştur.Bu kasalar insitu olarak bulunmuştur.Bu şekilde imal edilen kasa içine hava kireci ile büyükçe taşlardan oluşturulan horasan harçı ile zeminden,su deniz seviyesine kadar oluşturulan temel bloğu üzerine bir kısmı başka yapılardan getirilmiş düzgün kesilmiş dikdörtgen formlu taşlardan fener yapısı meydana getirilmiştir.Yapı bloklarının arası üst kotta muhtemelen tonozlarla kapatılarak,sura kadar uzanan yürüme yolu yapılmıştır.Beşgen planlı yapının üstüne deniz seviyesinden en fazla 4.5m.yükseklikte taş merdivenlerle çıkılan fener yapısı bulunuyordu.Olasılıkla,kazılar sırasında bulunan pişmiş topraktan yapılmış büyük yağ kandilleri aydınlatmada kullanılıyordu.Bunların üstünde alevi hava şartlarına karşı koruma amaçlı bir çatısı bulunuyordu.Deniz feneri yapısal özellikleri surla olan bağlantısı da göz önüne alındığın da olasılıkla 5.yy’a aittir.Ayni şekilde Belesarius kulesi, mendireğin başlangıçında görülen, yapım tarzı ve mendireğin Theodosios suru ile ilişkisi de göz önüne alındığında 5.yy’tarihlendirilmesi uygun olacaktır.
Limanın 15.yy’dan itibaren tamamen dolması ile ünlü Langa Bostanları sebze üretimine başlamıştır. Bu geniş alanda kurulan bostan kuyuları plan olarak ilginçtir. Daha da ilginç olanı kuyulara tatlı suyun hangi kaynaktan geldiğidir. Çünkü denizin olduğu yerde bulunan daire planlı kuyuların çok miktarda su sağlayarak beşgen planlı kuyu içinde dönen dolap kovalarının kanallarla aktardığı su ile sulama yapıldığı bilinmektedir. Marmaray kazı alanının I.Bölgesinde, muhtemelen 18.yy’a ait olan 20.yy’a kadar kullanıldığı tespit edilen ecza veya kimya üretimine yönelik işliklere ait kompleks ilginç mimari örneklerdendir. Anılan yapılar İstanbul IV.nolu K.T.V.K. Kurulunun kararı ile üstü kapatılıp gömülerek koruma altına alınmıştır.

Metro ve Marmaray kazıları sırasında yaklaşık 11750 adet eser bulunmuştur. Bunların bir kısmı İstanbul Arkeoloji Müzelerinde ‘Gün Işığında İstanbul’un 8000 Yılı’ adlı sergide teşhir edilmektedir. Buluntuların en önemli özelliği o günün ticaret, günlük yaşam, ekonomi ve sanayisi ile ilgili bilgileri vermesi açısından ilginçtir. Örneğin; gemicilikle ilgili olarak bulunan taş ve demir çapalar rastlanabilecek buluntulardır. Ancak muhtemelen M.Ö.4,yy’a ait olabilecek ahşap çapa ve kolu gerçekten ender buluntulardır. Pişmiş toprak levha üzerindeki yazıttan, gemi sahiplerinin nereli olduğu ve isimlerinin yazılı olmasından, Athena büstü olarak betimlenmiş, bronzdan yapılarak içi kurşunla doldurulmuş kantar ağırlığı,içinde küçük bir bronz terazi ile dirhemlerini taşıyan sürgülü ahşap kutu,diğer bronz terazi ve ağırlıklar ile amphoralar ; batık teknelere ait makara, halat gibi buluntular kazı sırasında sıkca rastlanılan eserlerdir.10.yy’a tarihlenen Kırım amphorası gövdesi üzerine kazınmış olan gemi betimi o dönemdeki gemilerin tipini göstermesi bakımından ilginçtir.Bu eser 10.yy’da gemilerin nasıl olduğu konusunda bizi bir b takım varsayımlardan kurtarmaktadır.Ahşap kemani matkaplar,kalafatçı tokmakları gemi yapım sanayii,ıskarmoz,çıma tokaları,makaralar ve kürekler ise gemicilik ile ilgili buluntulardır.Bugüne kadar yapılan kazılarda rastlanılmayacak yoğunlukta ve türde ahşap eser Yenikapı kazılarında bulunmuştur.Örnek verecek olursak;takunyalar,taraklar,kaşıklar gibi 43 çeşit,yaklaşık 2500 adet ahşap eser bulunmuştur.Kurşun büyü tabletleri, kutsal ekmek damgaları, İsa figürini, haçlar,İsa betimli cam kaseler, buhurdanlar gibi buluntular inanışları; deri sandaletler,kumaş parçaları, devrin giyim tarzını; balık kılçıkları, yumurta kabukları, vişne,şeftali,zeytin çekirdekleri ve pişirme kapları ile tabak ve kaseler Bizans’ın gıda tüketimini ve mutfağını; bulunan fildişi heykeller ve diğer kemik eserler ile mermer heykellere ait parçalar vb. yaşadığı dönemin özelliklerini vermesi bakımından ilginçlik arz etmektedir.Özellikle organik eserlerin bu derece sağlam kalması tuzlu kumun koruyucu bir tabaka oluşturması sonucudur.

Yenikapı kazıları halen devam etmektedir. Bugüne kadar devam eden kazılarda, Arkeologlar, mimarlar, konservatör ve restoratörler, gemi kaldırma ekipleri, jeologlar, antropologlar ve ekibimize bilim dalları dahilinde katkıları olan bilim adamları ve geniş işçi kadromuzla büyük bir ekip olarak çalışmaktayız.Bu kazıların,ülkemiz insanlarından yapılması,bizim için büyük bir övünç kaynağıdır.Bu husus,Türk arkeolojisinin,dünyadaki yerini belirlemesi yönünden ,yapılan kazılar kadar ilgi çekicidir.

İstanbul içinde yapılan ve yapılacak olan kazılar, İstanbul kent arkeolojisine ve tarihine büyük değişiklikler getirecektir.Ancak sadece bu kazıları yapıp çıkan eserleri müze depolarına kaldırmak,anlamlı değildir.Özellikle Yenikapı kazılarında çıkan gemilerin ve organik eserlerin ,gerekli saklama koşullarının yerine getirilerek,İstanbul’a yakışacak iki müzede tüm insanlara gösterilmesi ve bilgilerin paylaşılması,yapılan kazıların gerçek sonuçlarını oluşturacaktır.