18 Nisan 2015 Cumartesi

ARKEOLOJİK KAZILARDA BULUNTULARA YAPILACAK İLK KORUMA VE ONARIM

ARKEOLOJİK KAZILARDA BULUNAN ESERLERE YAPILACAK OLAN İLK KORUMA VE ONARIM

Arkeolojik kazılarda, alan çalışmalarının yanında yürütülen atölye çalışmaları kazıya yön vermeleri açısından çok önemlidir ve yaptığınız kazıda nerede olduğunuzu size atölye çalışmalarının sonucu olan değerlendirmeler gösterir. Hangi kotlarda hangi tabakaları kazdığınız, tabakalar arasındaki geçişler ve buluntu istatistikleri; alan çalışmalarının sağlıklı yönlendirilmesini sağlar. Kent arkeolojisi kapsamında yapılan kazılarda; atölye çalışmasının en az yapılan arkeolojik kazı kadar önemli olduğu bir gerçektir. Aslında arkeolojik kazı; tabaka ve buluntulardan elde edilen verilere dayanarak yorum yapabilmektir, define arayıcılarının mantığı ile sadece kazmak, ne olduğunu anlamadan bırakmak değildir. Daha doğrusu kazı yapılan alanda daha önce yaşamış kişilerin kim oldukları, kaç nesil yaşam olduğu, zengin mi fakirler mi, ne işlerle meşgul olmuşlar, ne yemişler, hangi dine mensuplar, neye inanıyorlar, Savaşmışlar mı yoksa hastalık veya eceli ile mi ölmüşler, bunların cevapları atölye çalışmaları sonucunda belli olur. Kazıyı yönetenler de bu verilere dayanarak yorum yapabilirler. Burada önemle üstünde durulması gereken bir nokta vardır:  Kazılarda elde edilen eserlerin restorasyon ve konservasyon çalışmaları mutlaka uzman kişilerce yapılmalıdır fakat  eserler üzerindeki çalışmalar genellikle sadece kazı atölyelerinde, çoğu da öğrenciler tarafından yapılmaktadır ama bu da sevindiricidir. Çünkü pek çok müzede maalesef bu eserlerin koruma ve onarımını yapacak laboratuar ve bu konuda eğitim almış kişiler yoktur. Bu itibarla kazılarda yapılan atölye çalışmaları çok önemlidir ve kazı atölyelerinde restorasyon ve konservasyon konularında eğitim almış kişilerin çalıştırılması şarttır.
Kazılarda ortaya çıkarılan eserlere yapılacak ön koruma ve onarım işlemleri sırasında kimyasal maddelerle yapılan korumalardan ve müdahalelerden, konunun uzmanı kişiler tarafından yapılmıyorsa, kaçınılmalıdır çünkü kontrolsüz yapılacak kimyasal uygulamaların İlk anda başarılı sonuçlar verdiği düşünülse de geçen zaman ile eserin üzerinde geri dönüşü olmayan tahribatlara yol açabilmektedir. Bu nedenle öncelikle mekanik yöntemler tercih edilmeli ve uygulanacak metodlar öncelikle etüdlük eserlerde denenmelidir. Örneğin; tarihleme yapmak için elzem olan sikkelerin üstünde oluşan tabaka, dikkatli şekilde ve kontrollü olarak alınmalıdır. Yine cam eserlerin, bulunduğu ortama yakın koşullarda bir ortamda saklanarak oluşacak yeni irizasyon tabakalarının önlenmesi daha sonra koruma çalışmalarına geçilmesi ile sağlıklı sonuçlar elde edilebilir. Keramik eserlerde, tüm olanlarda temizleme ve sağlamlaştırma çalışmalarından sonra paketlenip müzeye sevk edilmesi ve müze depolarında da uygun ortamlarda saklanması gerekmektedir.
Kazı atölyelerinde yapılacak esas çalışmanın etüdlük eserler üzerinde olması gerektiğini düşünmekteyim çünkü bu malzemelerin içinde tümlenecek eserlerin parçalarının bulunmaktadır. Peki her eser tümlenmeli midir? Bu da ayrıca tartışılacak konudur. Kanımca devrinin özelliklerini verecek, benzeri az olan eserlerin restorasyonu, diğerlerine göre öncelikli olmalıdır.
Kazı sırasında kırık halde ortaya çıkarılan keramik esere ait parçalar, bir pakete konulur ve içine bulunduğu açma ve kotu belirten etiket de konur. Bu paketleme, tabii ki onarıcıya kolaylık sağlar. Uygun yapıştırıcı ile yapıştırma aşamaları takip edilerek yapıştırılır. Burada zor olan ise; kendi içinde açmalara göre tasnif edilecek malzemenin içinde, tümlemeye uygun olacak parçaların, binlerce parçanın içinden seçilmesidir ki; işte burası büyük sabır gerektirir. Böylelikle tümlenebilecek parçaların saptanıp toplanarak kaybolmasının önlenir.
Üzerinde durulması gereken bir diğer nokta da: kazılar sonucu, nadir olarak ele geçen organik malzemelerden ahşap, bitkisel liflerden oluşan halat, kumaş, hasır vb. ve hayvansal malzemeler olarak tanımlayabileceğimiz fildişi, kemik, yün, deri gibi malzemelerin koruma ve onarımı nasıl olmalıdır. Bu malzemeler, kazılardan çok fazla elde edilemediği için bunlara yapılan müdahaleler genellikle su, alkollü su içinde bekletmek ve bazılarına kimyasal eriyikler uygulanmasıdır. Yenikapı kazılarında yoğun olarak elde edilen eserler, özellikle suya doymuş malzemelerin koruma ve onarımı üzerinde çalışmalar yapılması gerekliliğini göstermektedir. Bu nedenle, özellikle konservasyon çalışmalarında, kimyacıların ve koruma-onarım konusunda eğitim veren üniversite mezunlarının yer alması kaçınılmaz bir gerekliliktir.
Yenikapı kazıları, kapsadığı alan ve buluntuları itibarı ile çağın en önemli kazılarından biridir. Kazı sorumluluğunda bulunduğum yıllarda atölye yapılanmasının ne kadar önemli olduğunu bugüne kadar yaptığım kazılardan öğrendiğim için önce Marmaray kazısı için bir atölyenin nasıl olması gerektiği konusunda bir kroki çizdim. Bu basit çizimi, kazı mimarlarından Ebru Harman tarafından mimari proje haline getirildi. Gama Nurol ve DHL yetkililerine iletildi. Alınan olumlu yanıt sonucu uygulamaya geçildi. Prefabrik olarak inşa edilen yapı ortadan ikiye ayrıldı. Güney bölümde işçilerin kaba temizlik yaptığı betondan dökülmüş suyu alttan pimaşlarla bina dışına tahliye edilen yıkama yerleri ve muslukları ile karşısında daha hassas malzemelerin temizleneceği aynı tarzda yıkama yerleri oluşturuldu. Kuzey bölümünde sanat tarihçiler ve arkeologlardan oluşmuş bir grup tasnif ve belgeleme çalışmalarını yapmaktaydı. Batı bölümü ise giyinme yeri ve dolaplarına ayrıldı. Bu yapı Cuma günleri konusunda uzman kişilerin, kazı ekibini bilgilendirdiği seminer salonu olarak da kullanılıyordu. Ancak buradaki eksiklik onarım ve koruma çalışmaları için burada yer kalmamasıydı. Bunun için iki konteynır burada çalışacak iki restoratör ve konservatör için ayrıldı (O günlerde halat saklama dolap ve havuzları projelendirildiği halde yapılamamıştı. Ben kazıdan ayrıldıktan sonra yapıldığını öğrendim).
Yenikapı kazısının Metro tarafında ise daha sonra yine krokisini çizdiğim proje, kazı mimarı M. Baki AYDIN tarafından mimari çizime dönüştürüldü. Marmaray’da eksik olan bölümler burada bir çatı altında toplanarak daha sonra yapılacak kazılara örnek olacak bir atölye ortaya çıkarılmıştır. Bina içinde yıkama alanı, tasnif bölümü, restorasyon odası, konservasyon odası yine Cuma günleri konferans salonu gerektiği zaman kullanılan geçici depo gibi kısımları kapsıyordu. Bu toplantı salonu kazımızı ziyaret eden kalabalık ziyaretçi gruplarına bilgi vermek için brifing salonu olarak da kullanılıyordu. 
 Kazı alanından, plastik kasalar içinde gelen keramik ve taş benzeri çok kırılgan olmayan malzemeler, bina dışına yapılmış üzeri demir ızgaralı logar üstünde,plastik kasalarla getirilerek, hortumla yıkanır. Böylece çamurdan arındırılan malzemenin ön yıkaması yapılmış olur. Bina içindeki hazırlık bölümüne ön yıkaması yapılan açmalara ait plastik kasalar acillik durumuna göre ait olduğu açma sırasına göre dizilir. Atölye binasının ikinci bölümünde;hem tüm yıkamaya uygun buluntular ile özellikle müzelik değerde ve etüdlük malzemenin hassas yıkamasının yapıldığı ikinci bir yıkama ünitesi yer almaktadır. Yıkama ünitesini oluşturmak için beton kalıp hazırlanmıştır. Kalıp yıkama yerlerini derin ve birbirinden ayrı olacak biçimde planlanmıştır. Yıkama yerlerinin duvara yakın yerlerinde oluşturulan delikler aşağıdaki kanala pimaşla bağlanarak, kirli yıkama suyunu bina dışındaki logara akıtır. Yıkama yerlerinin üstünde, uygun yükseklikteki musluklardan yıkama işlemi için su akıtılabilir.Buradaki yıkama yalakları gerektiğinde,deliği tıkanarak,suyun dolması sağlanır.Yıkanacak malzemeler içinde bekletilerek,üstünde ve içinde biriken kirin ,çamurun yumuşaması sağlanır.Daha sonra,çok sert olmayan,plastik bir fırça yardımı ile yıkama yapılır. İstenildiğinde hassas yıkamalarda bu alanda yapılabilir. Burada amaçlanan yıkama işi yapan elemanın mümkün olduğu kadar yerinden kalkmamasıdır.
 Bu ünitenin karşısında yer alan, kurumamış keramiğin ayrıştırıldığı alandır.Burada amaçlanan ise kurutulmadan önce; etüdlük veya müzelik değerde olmayan eserlerin ayrılarak, çuvallanıp gerekli bilgiler bir etiketle içine konulup gömü alanına gönderilmesidir. Bu işlemle hem yerden hem de yoğun gelen buluntu kalabalıklığını baştan elemektir. Üçüncü oda kaba ayrımı yapılan keramiğin, ait olduğu dönemlere ayrılmasının yapıldığı ve tümlenebilecek parçaların ayrı olarak toplanarak kasalara konup onarım odasına sevkinin yapıldığı birimdir. Bu bölümü takip eden her iki oda depo alanları olarak planlanmıştır. Bunu takip eden bölüm onarım ve koruma (restorasyon ve konservasyon) alanıdır. Buradan da hem ofis hem de toplantı salonu olarak kullanılan geniş alana geçilir. Bu yapının güvenliği için sadece iki yerde demir kapı düşünülmüştür. Bir tanesi ana girişte diğeri toplantı salonundan dışarı açılmaktadır. Her bölüm arasındaki kapılarla bağımsız hale gelebilmektedir. Toplantı ve yıkama odası haricindeki pencereler çatıya yakın ve ufak  olarak yapılmıştır. Bu önlemler ile eserlerin müzeye nakli yapılana kadar atölyede bulunan malzemelerin güvenlik ve sağlığı ile ilgili geçici tedbirler alınmıştır.
 Sonuç olarak; Kent arkeolojisi kazılarında bu tipte atölyeler oluşturulmaması, istenmeyen karışıklıklara sebep olmaktadır. Ayrıca kazılardan,  kazı atölyeleri sayesinde, merkez laboratuarına onarım ve korunması için ne kadar az eser gönderilirse, bu merkezlerin çalışmasını o ölçü de rahatlatacaktır. Özellikle Anadolu’da yapılan kazılarda; daha gelişkin atölyeler kurulması şarttır. Aksi halde buluntular, bağlı bulunduğu müze depolarında uzun yıllar kalacaktır. Bunun sonucu olarak onarım ve herhangi bir koruma önleminden yoksun kalacaklardır. Bu itibarla kazılardaki atölyelerde yapılacak ilk müdahaleler önemlidir.  İstanbul’da bulunan Restorasyon ve Konservasyon Merkez müdürlüğü gibi kurumların ülkemiz içinde en az beş bölgesel merkez de daha oluşturularak, tüm buluntuların koruma ve onarımlarının yapılıp, tüm insanların görebilmesi için sergilenmesi en büyük umudumdur.
Resim 1. Genel görünüm




Resim 2. Hazırlık bölümü




Resim 3. Yıkama





Resim 4. Malzeme seçim ve tasnif odası

Metin Kutusu:  Resim 5. Ofis ve toplantı salonu



Resim 6. Yıkama planı


ARKEOLOJİK KAZILARDA BULUNAN ESERLERE YAPILACAK OLAN KORUMA VE ONARIM

ARKEOLOJİK KAZILARDA BULUNAN ESERLERE YAPILACAK OLAN KORUMA VE ONARIM

1971 yılında, İstanbul Üniversitesi arkeoloji bölümü öğrencisi iken katıldığım Keban projesi dahilinde yapılmakta olan, Tepecik ve Tülintepe Höyükleri Kurtarma Kazıları’nda sistematik kazıların nasıl olacağını öğrenme fırsatı buldum. Bir defa daha öğrencisi olmaktan gurur duyduğum hocam Prof. Dr. Ufuk Esin’i rahmetle anıyor, Prof. Dr. Güven Arsebük’e de uzun ömürler diliyorum. Kazının ikinci yılında atölye şefi olan Semih Yalçın’ın sınavlar nedeniyle İstanbul’a gitmesinden sonra Ufuk Hocam atölye şefliğine benim geçmemi istediğinde çok üzülmüştüm. Daha doğrusu ne yapacağımı bilmeden sorumluluk almak beni korkutmuştu. Ancak hem Ufuk hem de Güven hocanın bana yardımcı olacaklarını vaad etmeleri beni rahatlatmıştı. Ayrıca çanak çömlek restorasyonunda İstanbul Merkez Laboratuarı’ndan Mehmet Bey’in olması bir takım sorunları daha kolay çözmeme ve bir şeyleri öğrenmeme vesile oldu.

Keban’da Munzuroğlu köyü şartlarında atölye oluşturmak pek kolay olmamıştı. Çünkü köyde elektrik yoktu. Atölye yerleşkesi içinde akan su bulunmuyordu. Su kazı evinin önündeki göletten veya artezyenden kovalarla taşınıyordu. Kazıdan gelen üzerinde açma isimleri yazılı kasalar içindeki malzemeler öncelikle suda yıkanıp, fırçalanıp, kuruması için tahta masalara seriliyor, sonra da açmalarına ve kotlarına göre toplanıyordu. İkinci önemli aşama tasniftir. Bu çalışmada hangi malzemenin müzelik değerde hangisinin etüdlük veya gömülecek değerde olduğu araştırılıyordu. Tasnif yapılan malzemelerden gömülecek malzemenin dönemsel analizleri yapılıp istatistiksel sayımları tamamlanıp kültür tabakasının saptanması için çalışmaları tamamlandıktan, çuvalların içine tanıtım etiketleri ve günümüz paraları konulup sonra gömülüyordu. Envanterlik (müzelik değerde) ve etüdlük eserler onarım ve koruma yapılması gerekenler ayrıştırılıp tekrar işleme alınıyordu.
Bu ilkel ortamda durumun gerektirmesi doğrultusunda yapılan çalışmalar hocalarımızın öğretisi olduğundan diğer konular gibi bu çalışmalar fazla sorgulanmamıştım. Ancak kendim kazı yaptığım zaman atölye çalışmasının kazıdan daha önemli olduğunu anladım. Aslında arkeolojik kazı yorum yapabilmektir. Sadece kazmak ne olduğunu anlamadan bırakmak değildir. Daha doğrusu kazı yapılan alanda daha önce yaşamış kişilerin kim oldukları, kaş nesil yaşam olduğu, zengin mi fakirler mi, ne işlerle meşgul olmuşlar, ne yemişler, hangi dine mensuplar, neye inanıyorlar, işte bunları bilebilmek atölye çalışmaları sonucunda belli olur. Kazıyı yönetenlerde bu verilere dayanarak yorum yapabilirler. Burada önemle üstünde durulması gereken bir nokta var. Kazılarda elde edilen eserlerin restorasyon ve konservasyon çalışmaları ne yazık ki sadece kazı atölyelerinde, çoğu da bu konuda yetkin olmayan öğrenciler tarafından yapılmaktadır. Bu dahi sevindiricidir. Çünkü kazılardan gelen tüm eserler müzlere teslim edilmektedir. Maalesef müzelerde bu eserlerin koruma ve onarımını yapacak laboratuar ve konusunda eğitim almış kişiler yoktur. Bu itibarla kazılarda yapılan atölye çalışmaları çok önemlidir. Bu nedenle kazı atölyelerinde restorasyon ve konservasyon konularında eğitim almış kişilerin çalıştırılması şarttır.

Kazılarda ortaya çıkarılan eserler yapılacak ön koruma ve onarım işlemleri sırasında kimyasal maddelerle yapılan korumalardan ve müdahalelerden kaçınılmalıdır. İlk anda başarılı sonuçlar verdiği görünen kimyasallar uzun yıllar sonunda eserin yok olmasına dahi yol açmaktadır. Bu nedenle özellikle maden eserlere yapılan işlemler mekanik temizleme bazında kalmalıdır. Mekanik temizleme yapılacak eserler müzelik değerde olanlardan değil daha çok etüdlük eserlerden seçilmelidir. Özellikle tarihleme yapmak için elzem olan korozyona uğramış sikkelerin üstünde oluşan tabakanın örneğin dikkatli şekilde bisturi ile kaldırılması yönünde olabilir. Cam eserler bulunduğu ortama yakın bir ortamda saklanarak oluşacak yeni irizasyon tabakalarının önlenmesi daha sonra koruma yapılmalarına geçilmesi eserin daha sonraki yıllardan da daha sağlıklı olmasını sağlayacaktır. Keramik eserlerde, tüm olanlarda yıkama ve temizleme çalışmalarından sonra daha kuru ortamlarda paketlenip müzeye sevk edilmesi kısa sürede yapılmaktadır. Burada yapılacak esas çalışma etüdlük eserler üzerinde olmalıdır. Çünkü bu malzemenin içinde tümlenecek eserlerin parçalarının olmasıdır. Her eser tümlenmeli midir? Bu da ayrıca tartışılacak konudur. Kanımca devrinin özelliklerini verecek benzerlerinin az olması bu eserlerin restorasyonu için diğerlerine göre öncelik almalıdır. Kazı sırasında daha önceden parçalanmış keramik esere ait parçalar bir naylon torba içine konulur. Bunun bulunduğu açma ve kot yazılır. Bu tabii ki tümleme çalışmak için onarıcıya kolaylık sağlar. Uygun  yapıştırıcı ile yapıştırma aşamaları takip edilerek yapıştırılır. Bunun zor olanı ise kendi içinde açmalara göre tasnif edilecek malzemenin içinde tümlemeye uygun olacak parçaların binlerce parçanın içinden seçilmesidir ki işte burası büyük sabır gerektirir. Daha doğrusu tümlenebilecek parçaların saptanıp toplanarak kaybolmasının önlenmesidir. Organik malzemelerde ahşap, bitkisel liflerden oluşan halat, kumaş, hasır vb. ve hayvansal malzemeler olarak tanımlayacağımız fildişi, kemik, yün, deri gibi malzemelerin koruma ve onarımı nasıl olmalıdır. bu malzemeler kazılardan çok fazla elde edilemediği için bunlara yapılan müdahaleler genellikle su, alkollü su içinde bekletmek ve bazılarına kimyasal eriyikler uygulanmaktadır. Yenikapı kazılarında yoğun olarak elde edilen bu türde eserler üzerinde ülke olarak bizimde çalışmamız gerektiğini göstermektedir. Bu itibarla özellikle konservasyon çalışmalarında mutlaka kimyacıların ve taşınabilir kültür varlıklarının onarım ve korunması konusunda eğitim veren üniversite mezunlarının yer alması kaçınılmaz bir gerekliliktir.

Yenikapı kazıları, buluntuları itibarı ile çağın en önemli kazılarından biridir. Kazı sorumluluğunda bulunduğum yıllarda atölye yapılanmasının ne kadar önemli olduğunu bugüne yaptığım kazılardan öğrendiğim için önce Marmaray kazısı için bir atölyenin nasıl olması gerektiği konusunda bir kroki çizdim. Bu basit çizimi kazı mimarları Ebru ve Zeynep mimari proje olarak Gama Nurol ve DHL yetkililerine ilettik. Alınan olumlu yanıt sonucu uygulamaya geçildi. Prefabrik olarak inşa edilen yapı ortadan ikiye ayrıldı. Güney bölümde işçilerin kaba temizlik yaptığı betondan dökülmüş suyu alttan pimaşlarla bina dışına tahliye edilen yıkama yerleri ve muslukları ile karşısında daha hassas malzemelerin temizleneceği aynı tarzda yıkama yerleri oluşturuldu. Kuzey bölümünde sanat tarihçiler ve arkeologlardan oluşmuş bir grup tasnif ve belgeleme çalışmalarını yapmaktaydı. Batı bölümü ise giyinme yeri ve dolaplarına ayrıldı. Bu yapı Cuma günleri konusunda uzman kişilerin kazı ekibini bilgilendirdiği seminer salonu olarak da kullanılıyordu. Ancak buradaki eksiklik onarım ve koruma çalışmaları için burada yer kalmamasıydı. Bunun için iki konteynır burada çalışacak iki restoratör ve konservatör için ayrıldı. O günlerde halat saklama dolap ve havuzları projelendirildiği halde yapılamamış ben kazıdan ayrıldıktan sonra yapıldığını öğrendim. Metro tarafında ise daha sonra yine krokisini çizdiğim proje kazı mimarı M. Baki AYDIN tarafından mimari çizime dönüştürülmüştür. Marmarayda eksik olan bölümler buarda bir çatı altında toplanarak daha sonra yapılacak kazılara örnek olacak bir atölye ortaya çıkarılmıştır. Bina içinde yıkama alanı, tasnif bölümü, restorasyon odası, konservasyon odası yine Cuma günleri konferans salonu gerektiği zaman geçici depo olan kısımları kapsıyordu. Bu toplantı salonu kazımızı ziyaret eden kalabalık ziyaretçi gruplarına bilgi vermek için brifing salonu olarak da kullanılıyordu. Sonuç olarak özellikle Anadolu’da yapılan kazılarda gelen buluntular müze depolarında uzun yıllar kalacak ve herhangi bir koruma önleminden yoksun kalacaklardır. Bu itibarla kazılardaki atölyelerde yapılacak ilk müdahaleler önmelidir. Ümit edelim ki, istanbul’da bulunan Restorasyon ve Konservasyon Merkez müdürlüğü gibi kurumların ülkemiz içinde en az beş bölgesel merkezde daha oluşturularak küçük buluntuların koruma ve onarımlarının yapılmasıdır.

 Resim 1. Genel görünüm
 Resim 2. Hazırlık bölümü
 Resim 3. Yıkama
 Resim 4. Malzeme seçim ve tasnif odası
 Resim 5. Ofis ve toplantı salonu
Resim 6. Yıkama planı

HİPODROM - İlgi Dergisi Sayı:112, 2006









15 Nisan 2015 Çarşamba

KÜÇÜK AYASOFYA CAMİ KAZISI KÜÇÜK AYASOFYA - LITTLE HAGIA SOPHIA MOSQUE (SERGIUS AND BACCHUS) EXCAVATION

Bu yazılar  izin alınmaksızın bir başka yayın organında yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz. 


Abstract
According to the myth Emperor Iustinos I saw two saints- Sergius and Bacchus- in his dream. In this dream, these saints reported him that his nephew, Justinian, would not have any role in the coup against the Emperor. Sergius and Bacchus Church was constructed between 527-536 by Emperor Justinian I and Empress Theodora as an expression of their gratitude for this dream. The inscription on the columns surrounding the central space of the octagon shaped building is remarkable due to its relevance to this issue.
Restoration decision of the building was made by the 4th Cultural and Natural Heritage Conservation Board on at the request of Regional Directorate of Foundations due to cracks and deterioration on upper part of the building, especially drum, and walls of the second floor. The restoration and conservation work project of Architect Mehmet Alper was started with the support of Istanbul Metropolitan Municipality.
The excavation was done by M. Metin Gökçay and Rahmi Asal (museum specialists and archaeologists) under the supervision of Istanbul Archaeology Museums’ Directory. Significant findings were obtained with this excavation. As for small findings, there were not many significant materials. However, the findings about the architecture of the building are significant, especially the practice of three different systems on the foundation of the building. In addition, the cross shaped relic storage cabin in the abscissa is an interesting example of the period. Architectural ruins of the church which was constructed in behalf of Petrus Paulos, and was constructed as semi-detached to Sergius and Bacchus Church, were found during this excavation. In addition, ground floor tiling, and the system that discharges the waste water that accumulates in the interior space and upstairs are discovered during this excavation. Bodies of people that died due to an epidemic illness were buried by having broken the floor of the central space, and results of the excavation on this part proved the necessity of using protective materials during the excavation once again.

Keywords: Little Hagia Sophia Mosque, Sergius and Bacchus Church, excavation, restoration.

Küçük Ayasofya Cami tarihi yarımadanın Kadırga semtinde bulunmaktadır. Marmara sahil surlarının hemen yakınında inşa edilmiştir. Camiye çevrilmeden önce Bizans dönemindeki adı Sergios ve Bakchos’tur. Kilisenin adını aldığı hikaye hayli ilginçtir. Iustinos I ( 518-527 ) in yeğeni ve tek varisi olan Iustinianos I ( 527-565 ) biran önce imparator olmak için arkadaşları ile birlikte bir plan yapar. Ancak bu komplo imparator tarafından öğrenilir. Bu suçun cezası; taht iddiasında bulunan kişiyi özellikle yüzünden sakatlayarak cezalandırmaktı. Genellikle taht iddiasında bulunan kişinin burnu kesilir veya gözlerine mil çekilerek, kişi kör edilirdi. Ancak, Justinos yeğeninden başka varisi olmadığından ikilemde kalır. O gece rüyasına Sergios ve Bakchos adlı Malatyalı iki asker aziz rüyasına girer. Azizler ’’Bu komploda Jüstinyen’in bir suçu olmadığını diğerleri tarafından kandırıldığını‘’ söylerler. Bu mucize herkes tarafından duyulur ve imparator yeğenini affeder. Jüstinyen imparator olduktan sonra 527-536 tarihlerinde bu kiliseyi yaptırır. Apsisten başlayarak orta mekanı çevreleyen arşidrav üzerinde şiirsel olarak yazılmış, her iki azize adanmış şükran kitabesi yer almaktadır.

Sergios-Bakchos kilisesi inşa edilmeden önce burada İncil yazarları Petrus-Paulos’a adanmış muhtemelen 518-519 yıllarında yapılmış bir kilisenin olduğu biliniyordu. Her iki kilise Sergios Bakchos’un yapımı sırasında güney duvarında görülen kapı ve kapının hemen arkasında arka arkaya 2 sütundan oluşan 4 sütunlu geçişle birleştirilmiş olduğu anlaşılmaktadır.

Anılan kilise, 16.y.y. başında; Sultan II.Beyazıt’ın kapı kethüdası olan Hüseyin Ağa tarafından camiye çevrilmiştir. Bizans kiliseleri en fazla bu devirde -19 adedi- camiye çevrilmiştir. Bu camiye ait Kadırga’da bir çiftte hamam ile Edirne ve Amasya‘da vakfiyeler vardır. Kiliseyi camiye çeviren Hüseyin Ağa daha sonra idam edilmiştir. Ağa’nın infazı bugün minarenin olduğu yerde yapılmıştır. Kafası kesilen Hüseyin Ağa başı olmadığı halde koşmuş, bugün türbenin olduğu yere kadar gelmiş ve burada can vermiştir. Öldüğü yerde çokgen planlı türbesi bulunmaktadır. Günümüzde bu türbe Kesikbaş türbesi olarak da bilinmektedir.

Küçük Ayasofya, camiye çevrildikten sonra birtakım değişiklikler geçirmiştir Örneğin; 1762 yılında, yapılan onarımda, minare eklenmiştir.1940 yılında zarar gören minare, 1956’da tekrar yapılmıştır. Bir ara Halveti tarikatı tekkesi olarak da kullanılmıştır. Son cemaat yeri ilave edilmiştir. Caminin avlusunda bulunan 31 odalı Medrese, ilk mektep Osmanlı dönemi eklentileridir. Günümüzde bu yapılar ebru, hat dükkanları gibi eskiyi yaşatan mekanlara çevrilmiştir. Yapı daha sonra da onarımlar geçirmiştir.üseyin ağa daha sonra gözden düşmHHH   HmHhh

Anılan yapının kubbesinde ve üst kat duvarlarında meydana gelen derin çatlaklar, sıva dökülmelerine yol açtığında; ibadet edenler için tehlike oluşturabileceği saptanmıştır. Ayrıca binanın doğuya doğru kaydığı, son cemaat yerinin kuzeybatı köşesindeki sütunun deplase olmasından da anlaşılmıştır.Bu nedenlerden ötürü caminin onarımı için İstanbul Büyükşehir Belediyesinden sağlanan parasal kaynak ve 1 No’lu İstanbul Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu kararı doğrultusunda zemin sağlamlaştırma çalışmalarına başlanılmıştır. Zemin sağlamlaştırma konusunda Prof. Dr. Ahmet Sağlamer ve ekibi çalışmıştır. Y.Mimar Mehmet Alper tarafından hazırlanan kapsamlı proje ile onarım çalışmaları yürütülmüştür. Restorasyonla ilgili çalışmalar Vakıflar İstanbul Bölge Müdürlüğü uzmanlarınca denetlenmiştir. Söz konusu yapının içinde ve dışında yapılacak kazı çalışmalarını yürütmek üzere İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nden Arkeolog M. Metin Gökçay ve Rahmi Asal görevlendirilmiştir. Binanın temellerinin sağlamlaştırılması için içte ve dışta 0.70 m aralıklarla karşılıklı çapraz olarak uygulanacak mini kazıklar ile yer altındaki sağlam zemin üstüne yerleştirilmesi ve temel duvarları zarar görmeden bu atkı üzerinde oturtularak, üstte kalan kiriş başları bağ kirişi ile sağlamlaştırılması planlanmıştır.

Kazı çalışmalarına 15.01.2003 tarihinde başlanılmıştır. Kazılara, ilk olarak, kuzey cephesi boyunca başlanılması planlanmış ve bu cephedeki temel yapısının niteliğinin anlaşılması amaçlanmıştır. Bu nedenle üstte bulunan geç döneme ait kayrak taşları ile yapılmış Arnavut kaldırımı tarzındaki yol kaldırılmıştır. Osmanlı dönemindeki yolun da muhtemelen bu şekilde olduğu düşünülmektedir. Bu çalışmalara yönelik açılan ilk sondaj kazısında; üst kotlarda, mermerden yapılmış aslan ayağı şeklinde bir sıra başı bulunmuştur.Bu sıra başı halen İstanbul Arkeoloji Müzeleri Çağlar boyu İstanbul Sergi salonunda teşhir edilen Hipodram’a ait , iki adet sıra başının birebir  benzeridir. Sultanahmet Cami bahçesinde 1990‘lı yıllarda tarafımca da görülen, mermerden yapılmış koltuğun, diğerleri de bir ihtimal, dikkatli gözlemleme ile bu çevrede yapılacak kazılarla ortaya çıkabilecektir. Yapılan sondaj çalışması sunulan olanaklar doğrultusunda ancak yüzeyden üç metre aşağıya kadar devam ettirilebilmiştir. Açma içinde görülen duvarın düzgün kesme taşlardan yapılmış olduğu ve aşağı doğru devam ettiği saptanmıştır. Ancak 6.yüzyıl temel yapılarında genel olarak görülen büyük boyutlu marki köy (küfeki) taşlarının burada kullanılmış olduğu saptanamamıştır.Kuzey doğuya doğru yapılan çalışmalar sırasında;mermerden yapılmış eşik olabilecek bir taş in situ olarak bulunmuştur.Binanın kuzey doğu köşesinde görülen bir kemer başlangıcı belki kuzeye doğru bir binanın daha olduğu hissini vermektedir.Buranın daha önce bir manastır olması da bu konunun düşünülmesi ve araştırılması gerektiği kanısını uyandırmaktadır. Cami etrafında bulunan hazirenin kaldırılması ile ilgili herhangi bir K.T.V.K.kurulu kararı olmadığından bu bölgede kazı çalışmaları dar bir alanda sürdürülebilmiş ve gereken araştırmalar yapılamamıştır.

Söz konusu yapının apsisini oluşturan, doğu cephesi önünde kazı çalışmalarına devam edilmiştir. Köşeli apsis duvarının kuzey köşesinde; testere dişi formunda, tuğla ve horasan harçla örülmüş bir dayama duvarı saptanmıştır. Bu duvar muhtemelen doğuda gevşek zemin üzerine oturan, ağır yapının bu yönde kaymasını önlemek amacı ile yapılmıştır. Kilise yapısının doğusunda bulunan Osmanlı dönemine ait mezarlar, bu bölgede yapılan kazı çalışmalarının da sınırlarını belirlemiştir. Belki de mezarların geçici olarak kaldırılmasına yönelik bir kurul kararı olmaması burada Bizans mimarisine ışık tutacak yeni donelerin ortaya çıkartılmasını engellemiştir.

Apsisin güneyine doğru yapılan kazılarda; yüzeyden yaklaşık 0.70.m aşağıda, dikdörtgen prizması şeklinde 2.20x1.50x0.40 m boyutlarında, yeşil od taşı (marki köy taşı) bloklar, birleşme yerleri üst üste gelmeyecek şekilde aşırılarak herhangi bir harç kullanılmadan üst üstte konulmuştur. Bu bloklar üzerine yapı duvarları inşa edilmiştir. Bloklar bina dışında tespit edildiği kadarı ile yaklaşık 3 metre, bina içinde ise üst katı taşıyan sütunlara ve payelere kadar devam ettiği saptanmıştır. Bina içine ve dışına doğru yerleştirilmiş bu yassı bloklar, yüksek ve dar bloklar yerine kullanılarak, binanın hareketliliği karşılanmış ve muhtemel bir kayma bu biçimde önlenmeye çalışılmıştır.

Güney cephede ve minare çevresinde yapılan kazı çalışmalarında; güney cephe duvarında belirli aralıklarla güney yönünde temel duvarları bulunmuştur.Her iki kilisenin birleştiği bilindiğinden bunu kanıtlayan bu duvarlar; Petrus Paulos kilisesinin temel duvarları olmalıdır.Minare çevresinde yapılan kazılarda minarenin zeminini desteklemek amacı ile önceki kiliseye ait mermer sütun, sütun başlığı ve kaideler ile mimari parçaların atıldığı saptanmıştır.

Batı cephesinde; anılan kurul kararı gereği doğrultusunda, mini kazık çalışmalarına esas olmak üzere son cemaat yerinde düz mermer levhalar kaldırılmıştır. Bunlar çevrildiğinde, yüzeylerin haç, bitkisel veya geometrik motiflerin bulunduğu görülmüştür. Bunların, Petrus Paulos kilisesine ait korkuluk levhaları ve mimari süsleme elemanları olduğu sanılmaktadır. Daha önceki yıllarda Cinci Meydanına bakan bir parselde yaptığım temel hafriyatında, burada çok miktarda lahit teknesi, sütün başlığı, kaidesi ve mermer mimari parçalar ve kırılmış taşlar o zamanda buranın Sergios Bakchos’un taş atölyesi olabileceğini düşündürmüştü. Bu cephede caminin döşeme seviyesine kadar inilmiş ancak kayda değer herhangi bir buluntuya tesadüf edilmemiştir. Bu cephede bulunan caminin cümle kapısının içinde siyah-beyaz çakıl taşları ile yapılmış bir podima mozaik saptanmıştır. Bu mozaik usulüne uygun olarak kaldırılarak koruma altına alınmış ve daha sonra kullanılması amacı ile yetkililere teslim edilmiştir.

Proje gereği kazı çalışmaları yapı dışında devam ederken içte de sürdürülmesi ön görülmüştür. Bu amaçla yapının kuzeybatı köşesine yakın yerde bulunan kilise kapısın iç tarafında batı duvarı köşesinde yaklaşık 3x3 metre ebadında bir sondaj açması açılmıştır. Buradaki amaç; kuzey cephe dışında aranan temel sisteminin bu defa içten aranmasıdır. Kazı çalışmaları sırasında, yüzeyden yaklaşık 1.5 metre aşağıda, bir mezar yapısına bağlı olmadan gömülü iskeletlere tesadüf edilmiştir. Bu iskeletler, herhangi bir yön gözetilmeden sanki kaldırılıp atılmış gibi gömülmüştür. Tüm iskeletlerin göğüslerinin üstünde kalın bir kütle şeklinde kireç topakları konulduğu saptanmıştır. Bu şekilde gömü büyük olasılıkla göğüs ile ilgili bir salgın hastalık sonucu olduğu kanaatini oluşturmuştur.Bu iskeletlerin kaldırılma işlemleri tarafımdan yapılmıştır.Ancak bu işlemler sırasında, maske ve eldiven kullanılmaması bir ihtimal bazı riskleri de beraberinde getirmiştir.Bu koruyucu malzemenin kullanılmaması işin gereği çabukluğun sağlanması içindir.Burada ki sondaj çalışmaları suyun yoğun olarak çoğalması nedeni ile yüzeyden yaklaşık -3.5 metrede bitirilmiştir.Burada, esas amaçlanan temel duvarının niteliğinin anlaşılmasına yönelik çalışmalar, çok sayıda iskelet ve dağınık olarak bulunan kemiklerden dolayı tam olarak yapılamamıştır.

Kazıların bina içinde özellikle orta alanda genişletilerek yapılabilmesi için cami zemininde bulunan 16.yy’a ait pişmiş topraktan yapılmış yaklaşık 6 cm kalınlığında çokgen tuğlaların kaldırılmasına başlanılmıştır. Ancak asırlardır, aşırı nemli zeminde kalan tuğlalar kondisyonlarını kaybettiğinden ilk etapta kaldırma çalışmaları başarılı olamamıştır. Bu nedenle birkaç tuğla tahrip olmuştur. Tuğlaların sağlıklı kaldırılması için çeşitli yöntemler denenmiş birçoğu zor ve uzun zaman aldığı için tuğlaların üzerine plastik tutkal ile tülbent yapıştırılmış altları metal küskülerle boşaltılarak güvenli bir şekilde yerlerinden alınmıştır.  Böylece alt kattaki yaklaşık 1600 tuğla başarı ile kaldırılmış daha sonra yerlerinde kullanılmak ümidi ile yetkililere devredilmiştir.

Üst katta bulunan tuğlalara burada kazı yapılmayacağı için herhangi bir işlem yapılmamıştır. Burada yapılan incelemelerde güneybatıdaki birkaç tuğlada Osmanlı dönemine ait yuvarlak damga olduğu tespit edilmiştir. Tarafımdan yapılan bu incelemeler sırasında; özellikle Sirkeci-Halkalı banliyö treninin geçişi sırasında, üst katta büyük bir sarsıntının olduğunu saptanmıştır. Alt katta ise bu geçişlerin çok az olarak hissedildiğini, gün içinde 2 saat üst ve alt katta yaptığım incelemeler sonucunda tespit etmiş ettim. O güne kadar kubbe ve üst kat duvarlarında görülen çatlakların bina temelinde ki kayma ve depremler sonucunda olduğu tahmin ediliyordu. Bu etkilerin tahribatta önemli bir rolü olduğu açıktır. Ancak camiye çok yakın ve yapının ikinci kat seviyesinden geçen trenin önüne katarak getirdiği hava kütlesinin binaya çarpması ile birlikte yine bu seviyeden raylardan gelen titreşimlerin bu tahribatta rolünün önemli olduğu kesindir. Bu durumu konunun uzmanlarına ilettim. Çözüm olarak da; tren rayların bu bölgede güneye doğru deplase edilerek, tren rayları destek duvarının bitiştiği güney duvarından ayrılmasını sağlamak için keson kuyu sistemi ile perde duvarları yapılmasının uygun olacağı bildirildi. Bu öneri daha sonra başarılı bir biçimde uygulanarak, yapıya bu yönde gelecek zararlar önlenmiştir.

Bina içinde yapılan kazılara öncelikle güney doğu kanadında başlanılmıştır. Burada ki amaç yapı dışındaki temel bloklarının içeride devamının olup olmadığının görülmesidir. Bina dışında görülen dikdörtgen prizması formunda temele ait kütlesel taşların iç kısımda da devam ettiği tespit edilmiştir. Güneydoğu kanadından batıya doğru dar uzun koridor ile pencere içlerinde kazılara devam edilmiştir. Pencere içlerinde yapılan kazılarda; bina üst katından gelen suların tahliye edildiği duvar içine yerleştirilmiş pişmiş toprak künkler ile zemin seviyesinde künklerin oturduğu, ortası künk çapında delik olan mermer levhalar bulunmuştur. Bu levhaların altında suyun akıtıldığı yaklaşık 0.5 m genişliğinde, 0.6 m derinliğinde, doğu batı yönünde su kanalı ortaya çıkarılmıştır. Bu bölümde bulunan yeşil breş sütunun alt kısmında derin çatlaklar olduğu tespit edilmiş yetkililerden çelik çemberle güvenlik altına alınması talep edilmiştir. Güneybatı köşeye doğru devam ettirilen kazı çalışmalarında; muhtemelen Petrus Paulos kilisesine ait üzeri silmeli ve ortasında haç motifi bulunan büyük boyutta bir mermer lento bulunmuştur.
    
Yapının kuzey duvarının iç tarafı boyunca kazılara devam edilmiştir. Camiye çevrilirken eklenen müezzin mahfilinin oturduğu zeminde birtakım fresk parçalarına tesadüf edilmiştir .Bu parçalar Sergios Bakchos’a ait olabileceği düşünülse de, büyük bir olasılıkla Petrus Paulos’dan getirilen molozla gelmiş olabilir. Bununla birlikte apsis iç kısmının kuzeyinde duvar üstünde görülen kırmızı-mor renkli fresk kalıntısı, kilise duvarlarının fresklerle kaplı olabileceği kanaatini uyandırmaktadır. Kuzey kanadında yapılan araştırmalarda; duvarlarda pencere seviyesine kadar Marmara mermerinden kaplama levhaları olduğu saptanmıştır.Bu bölümde kazılara devam edilmiş, zemin seviyesinin hemen altında, üzeri mermer levhalarla örtülü yaklaşık 0.3x0.3 m ebadında doğu batı yönünde bir su kanalı ortaya çıkarılmıştır. Bu su kanallarının tüm yapıyı çevrelediği de saptanmıştır. Bizans döneminde; yağışlı havalarda, ayakkabılara bulaşan çamurların veya bina içine doluşan toz ve kirin temizlenmesi için kullanılan suyun bina içinde toplanmasını önlemek için bu kanallar kullanılıyordu. Sözü edilen kanallar, kuzey cephesinde bulunan pencere altlarından bir kanalla buradaki daha derin kanala aktarılıyordu. Buradan da su, avluda bulunan kuyuda toplanıyordu. Kuyu dibine çamurun çökmesi ile tekrar temizlikte kullanılacak su elde ediliyordu. Bu sisteme ait kanallar kazılar sırasında saptanmıştır. Ancak binanın içinde bulunan su kuyusunun bu sistem içinde kullanıldığına dair bir kanıt yoktur. Belki temiz su temini veya ayazma olarak kullanılmış olabilir. Osmanlı döneminde; Kadırga semtinin tulumbası burada bulunmakta, halen kuyu üzerindeki tulumba ile su çekilerek, tulumbacılar tarafından yangınlara müdahale edilmekte idi.

Yapıya ait apsisin ortasında, zeminin hemen altında içi molozla dolu bir yapı, kazı soncu ortaya çıkarılmıştır. Bu yapının haç planlı, uzun kolu kuzey-güney yönünde olan haçvari rölik saklama hücresi tespit edilmiştir. Anılan yapının içi kilise camiye çevrilirken, çevreden toplanan bir binaya ait olduğu saptanan paye parçaları, taş, tuğla vb. molozla doldurulmuştur. Burada yapılan çalışmalar sonucu bu moloz temizlenerek yapı dışına çıkartılmıştır. Uzun kolun ucunda bulunan basamaklarla hücrenin içine inilmektedir. Bu hücrenin duvarlarının siyah mermerle kaplı olduğu kalan parçalardan anlaşılmıştır. Ancak bu kaplama levhalarının çoğunluğu kırılarak tahrip edilmiştir. Muhtemelen burada bulunan maddi değeri çok olan bir parçadan dolayı define araması yapılarak mermer kaplama levhaları sökülmüş duvar dipleri oyularak büyük ölçüde tahribat yapılmıştır. Anılan hücrenin boyutları :uzun kol yaklaşık 4.2 m, kısa kol yaklaşık 1.4 m, genişlik yaklaşık 1.1 m, derinlik yaklaşık 1.7 m olup kısa kolun üzerini örten mermer levha in situ olarak bulunmuştur. Rölik saklama hücresinin bir benzeri ise Selanik’te Demetrios kilisesinde bulunmaktadır.

Kilisenin orijinal taban döşemesini bulmak için orta mekandan kuzeye doğru yürütülen, kısmi kazı çalışmalarında; Osmanlı döşemesinden yaklaşık 0.9 m aşağıda Marmara mermerinden yapılmış levhalardan oluşmuş döşeme bulunmuştur. Döşemenin tamamen kırık ve çatlak parçalardan oluştuğu ve kuzeye doğru meyilli olarak çöktüğü saptanmıştır. Büyük bir olasılıkla Bizans döneminde olan bir deprem sonucu bu çöküntünün oluştuğu düşünülmektedir.

Orta mekanda bulunan güney batıdaki payenin önünde kuyuya yakın alanda orta mekana doğru yapılan kazıda; breş sütunların önünde içteki temel yapısının anlaşılması amaçlanmıştır. Orta mekanı çevreleyen sütunların hemen altında yaklaşık 1.65 m yüksekliğinde küfeki (Makriköy ) taşlardan bir çeşit mütemadi temel yapısı tespit edilmiştir.Sözü edilen taşların bittiği seviyeye kadar kazılara devam edilmiştir. Bu bölgede yapılan kazılar sırasında yaklaşık -1.1 m kotunda yine yaklaşık 1.7x0.4x0.6 m ebatlarında beyaz renkli dikdörtgen prizma şeklinde bir kütle bulunmuştur. Bunun önce ne olduğu anlaşılamamış, daha sonra yapılan incelemede ıslak ve yumuşak olduğu saptanmıştır. İçinde ne olduğunu araştırmak amacı ile keskin bir metal parça kesilmiş ve içinde insan kafatası olduğu görülmüştür. Bu aşamadan sonra itinalı bir şekilde kireçler temizlenerek insan iskeleti ortaya çıkartılmıştır. İskeletin bir tabut içinde olduğu kuzeydeki yan tahta ile alttaki taban tahtasından anlaşılmıştır. Muhtemelen salgın bir hastalık sonucu ölen bir kişinin tahta tabuta konarak üzerine sönmemiş kireç dökülerek söndürüldüğü; iskeletin ayaklarının düz olarak tabut zemininde yatması gerekirken, kirecin yakması sonucu acı ile kasılan dizlerin yukarı doğru kıvrık olarak kaldığı tespit edilmiştir. Ayrıca kemiklerin renginin yeşilimsi mavi olduğu görülmüştür.Bu bölgede boydan boya kanal şeklinde açılan bir alana çok sayıda insan iskeletinin hiçbir ritüel gözetilmeden gelişi güzel atıldığı ayrıca saptanmıştır.Bu da tüm şehir göz önüne alındığında, ne kadar büyük bir salgın hastalık yaşandığını tahmin etmek güç olmaz. Daha önce kazılarda çok miktarda mezar kazdım. Özellikle veba salgını nedeni ile yapılan gömüleri gördüm. Örneğin Tahtakale hamamı yakınında bulunan bir Osmanlı yapısı(muhtemelen bir ticarethane) önünde yaptığım kazıda; muhtemelen 17. yüzyılda veba salgını nedeni ile ölmüş insanlara ait iskeletler bir çukura atılmış üzeri toprakla karıştırılmış horasan harçla örtülerek toplu gömü yapılmıştı. Bu iskeletler büyük bir olasılıkla Rüstempaşa Cami inşaatında çalışan işçilere aittir.

Küçükayasofya cami kazıları devam ederken ilk açılan mezardan sonra-yaklaşık dört ay içinde- hızla kilo kaybetmeğe başladım. Bu süre zarında ki kilo kaybım tam 16 kg’dı. Bunun üzerine, Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde yapılan tetkikler sonucunda; tüberküloz teşhisi ile yaklaşık bir ay bu hastanenin göğüs hastalıkları bölümünde yattım. Bu aşamadan sonra Rahmi Asal kazılara tek başına devam ederek kazıyı bitirmiştir.

Kent arkeolojisi kapsamında yapılan kazıların sonucunda; Büyüksaray sınırlarının batı ucunda bulunan, Sergios Bakchos Kilisesinin, mimarisi ve temel yapısı ile bilmediğimiz bir takım konular aydınlanmıştır. Ayrıca, Bizans mimarisinin 6.yüzyıl temel yapısında bildiklerimiz doğrulanmış, bilmediğimiz konular hakkında da yeni bilgiler edinilmiştir. Tarafımızdan, İstanbul içinde yapılan kazılarda daha önce saptanan hususlar burada tamamen doğrulanmıştır.

Bu kazıdan elde edilen sonuçları aşağıda olduğu şekilde sıralayabiliriz:
1)Orta mekanı çevreleyen arşidrav da yer alan kitabenin ve bunun alt ve üstünde yer alan bitkisel bezemelerin temizliği sonucunda; bunların özgün renkleri ortaya çıkarılmış ve bu şekilde koruma altına alınarak sergilenmiştir.
2)Bizans mimarlığında, genel olarak bina ve sur yapımında bazı dönemlerde; temelde kütlesel küfeki taşları toprak üstüne doğrudan yerleştirilerek, üzerine sütun duvar gibi taşıyıcılar yerleştirilmiştir. Burada doğu kısmında, kullanılan yassı dikdörtgen prizması taşlar özellikle dışa doğru, bir sırada birden fazla blok şaşırtmalı olarak üst üste konarak üstündeki duvarın kayması engellenmesi amaçlanmıştır.
3)Petrus Paulos’a adanmış ve muhtemelen 6.yüzyıla ait olan kilisenin bu bölgede olduğu biliniyordu. Ancak yerinin tam olarak tespiti bu kazı ile yapılabilmiştir. Bu yapıya ait temeller ve mimari ve süsleme parçaları da bulunmuştur. Rölik saklama hücresinde bulunan moloz içindeki paye parçası yine bu yapıya aittir. Küçük bir olasılık olsa da, avlunun batısında cami lojmanı önünde bugün park olarak kullanılan yerde, ayni yıllarda yaptığım kazıda yaklaşık 6.yüzyıla ait bir yapının alt katını oluşturan tonozlu bir yapıyı ortaya çıkartmıştım. Belki de bu paye parçası, burada bulunan tonozlu yapının üst katına aittir. Ayrıca Osmanlı döşemesi altında bulunan cam kandil parçaları, pişmiş toprak ve kemikten küçük bezeme elemanları ile mermer büyük lento da anılan kiliseye ait olmalıdır. Büyük bir olasılıkla; bu kiliseye ait molozun, Osmanlı döneminde, herhangi bir nedenle kayan ve bozulan döşemeyi tesviye etmek amacı ile buraya taşındığı tespit edilmiştir.
4)Daha önce, Selanik’te Aziz Demetrios kilisesinde görülen haçvari rolik saklama hücresi burada da saptanmıştır.
5)Çok katlı kagir Bizans yapılarında üst katta biriken suların ne şekilde dışarı tahliye edildiğini; ilk olarak Arkeolog Erdoğan Bilen ve Yasemin Güner tarafından başlanılmış daha sonra ben ve Rahmi Asal ekibe dahil olduğu, Merdiven kulesi (Magnaura Sarayı) kazısında, alt kat salonlarında saptamıştık. Bu mekanın duvarları içinden gelen pişmiş toprak künklerin ortası künk çapı kadar delik mermer levhaların içine oturtulmuş bu şekilde suyun dışarı taşması engellenmiştir. Buradan taş kaplı ve horasan harçla sıvalı yaklaşık 0.4 m genişliğinde 0.6 m derinliğinde bir kanalla ortada oluşturulan bir logarda toplanıldığı ve doğudaki komşu parselde bulunan sarnıca akıtıldığı görülmüştür. Ayrıca bu mekanın güney duvarının altında bulunan kuyu ise suyun bu kanallarla tahliye edilmemesi durumunda devreye girdiği yapılan araştırmalarda saptanmıştır. Sergios Bakchos Kilisesinde ise kanallar pencerelerin içlerinin, temel seviyesinde yapıyı dolaşmakta ve kuzeyde bulunan pencere altlarında bulunan toplama kanalları ile bahçedeki kuyuya aktarılıyordu. Binanın alt katında yıkama sonucu toplanan sular da daha önce bahsedildiği gibi mermer döşemenin hemen altındaki kanalla kuzeydeki pencere altlarından bina dışına tahliye ediliyordu.Bu sistem ilk defa bu kazı sırasından belirgin bir şekilde saptanmıştır.
6)Bu kazı mezar kazısı yapacak genç meslektaşlarıma eğitici bir örnek olacağı için de ilginçtir. Mezar kazılarında ortaya çıkan risklerin incelenmesi o günkü idarecilerden talep edildiği halde bu istek, her nedense ciddiye alınmamış bu itibarla salgın hastalıklar sonucu yapılan gömülerin kazılması sırasında ortaya çıkacak ve biz arkeologları tehdit edecek tehlike olup olamayacağı tam olarak tespit edilememiştir. Ancak bu konuda kötü bir deneyim yaşayan bir kişi olarak; mezar kazılarında maske ve eldiven kullanılmasını öğütlüyorum.
7)Bina içinde kubbe ve duvar restorasyonu için kurulan iskeleler nedeni ile kazıların yapıldığı alanlar yeterince aydınlatılmadığından fotoğraf ve slayt ile yapılan belgeleme çalışmaları ışık yetersizliği nedeni ile arzu edilen nitelikte olamamıştır.

Müze kurtarma kazıları adı altında yapılan kent arkeolojisi kazıları sonuçları ne yazık ki fazlaca yayınlanamamaktadır. Ümit ederim ileride yasalarda yapılacak değişikliklerle, kazıları yapan kişiler tarafından bu yayınlar zaman geçirilmeden yapılırsa kent arkeolojisi bakımından bilinmeyenler bilinir hale gelecektir.

KAYNAKÇA

Cyril, C. 1985.  Byzantine  Architecture, Electa/Rizolli , Newyork.

Düzgüner, F. 2004. Iustinianus Dönemi'nde İstanbul'da Yapılar, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul.

Eyice, S. 1994. “Küçük Ayasofya Camii”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul.

Feld, O. 1968.  Beobachtungen in der Küçük Ayasofya (Kirche der hll. Sergios und Bacchos) zu İstanbul.

Müller-Wiener, W. 2001. İstanbul'un Tarihsel Topografyası, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
Özdemirci, P. 1947. Sergios ve Bakhos Kilisesi (Küçük Ayasofya Camii), İstanbul Üniversitesi, İstanbul.

Sakin, O. 2002. Tarihsel kaynaklara göre İstanbul depremleri, Kitabevi , İstanbul.

Tutkun, M. 1977. Sergios-Bakhos Kilisesi: Küçük Ayasofya Camii, İstanbul Üniversitesi, İstanbul.

Resim 1. Yapının planı
Resim 2. Caminin demiryoluna olan yakınlığı
Resim 3. Kubbedeki tahribat
Resim 4. Yapı duvarlarında meydana gelen tahribat
Resim 5. Son cemaat yerinde yer alan 6 sütundan deplase olmuş sol başta ki sütunun görünümü
Resim 6. Yapılacak olan mini kazık sistemi
Resim 7. Yapıyı demiryolundan ayırmak için yapılan perde duvarı planı
Resim 8. Keson kuyu içinde ortaya çıkarılan Petrus Paulos‘a ait temel duvarı
Resim 9. Osmanlı dönemine ait döşeme tuğlalarının kaldırılması
Resim 10. Apsisin soltarafındaki duvarda görülen fresk izleri
Resim 11. Bina zemin katında toplanacak suları tahliye eden kanallar
Resim 12. Üst kattaki suların tahliyesinde kullanılan pişmiş toprak künk ve kanallar
Resim 13. Sütunları taşıyan küfeki bloklar
Resim 14. Kilisenin orijinal döşemesi
Resim 15. Haçvari rölik saklama hücresi
Resim 16. Rölik saklama hücresi içindeki mermer kaplama parçaları
Resim 17. Arşidravın temizlendikten sonra ortaya çıkan boyalı hali
Resim 18. Hipodroma ait bir sıra başı
Resim 19. Testere dişi şeklindeki apsis dışındaki istinat duvarının çizimi
Resim 20. Apsis’in kuzey doğusunda bulunan testere dişi biçimli dayama duvarı
Resim 21. Petrus Paulos’a ait temel kalıntıları
Resim 22. Sergios-Bakhos ile Petrus Paulos’u birleştiren kapıya ait büyük kemer
Resim 23. Bina içinde yapılan kazı çalışmalarında bulunan haç kabartmalı lento(muhtemelen Petrus Paulos’ait)
Resim 24. Son cemaat yerinde bulunan mimari elemanı (olasılıkla Petrus Paulos’a ait)
Resim 25. Son cemaat yerinde bulunan bir korkuluk levhası (Petrus Paulos’a ait olabilir)
Resim 26. Güneydoğuda, yatay bloklardan oluşan temeller
Resim 27. Orta mekanı çevreleyen breş sütunlar
Resim 28. Bina içinde açılan ilk mezar
Resim 29. Açılan mezarların bir tanesinden görünüş
Resim 30. Tabut içine dökülmüş kireç tabutun şeklini almıştır
Resim 31. Tabut içindeki iskeletin kireçten temizlendikten sonraki hali
Resim 32. Onarım çalışmaları bittikten sonra cami ve türbeden görünüş