Bu yazılar izin alınmaksızın bir başka yayın organında yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Abstract
According to the myth Emperor Iustinos I saw two saints- Sergius and Bacchus- in his dream. In this dream,
these saints reported him that his nephew, Justinian, would not have any role
in the coup against the Emperor. Sergius and Bacchus Church was constructed
between 527-536 by Emperor Justinian I and Empress Theodora as an expression of
their gratitude for this dream. The inscription on the columns surrounding the
central space of the octagon shaped building is remarkable due to its relevance
to this issue.
Restoration decision of the building was made
by the 4th Cultural and Natural Heritage Conservation Board on at the
request of Regional Directorate of Foundations due to cracks and deterioration
on upper part of the building, especially drum, and walls of the second floor.
The restoration and conservation work project of Architect Mehmet Alper was
started with the support of Istanbul Metropolitan Municipality.
The excavation was done
by M. Metin Gökçay and Rahmi Asal (museum specialists and archaeologists) under
the supervision of Istanbul Archaeology Museums’ Directory. Significant findings
were obtained with this excavation. As for small findings, there were not many
significant materials. However, the findings about the architecture of the
building are significant, especially the practice of three different systems on
the foundation of the building. In addition, the cross shaped relic storage
cabin in the abscissa is an interesting example of the period. Architectural
ruins of the church which was constructed in behalf of Petrus Paulos, and was
constructed as semi-detached to Sergius and Bacchus Church, were found during
this excavation. In addition, ground floor tiling, and the system that
discharges the waste water that accumulates in the interior space and upstairs
are discovered during this excavation. Bodies of people that died due to an
epidemic illness were buried by having broken the floor of the central space,
and results of the excavation on this part proved the necessity of using
protective materials during the excavation once again.
Keywords: Little Hagia Sophia Mosque,
Sergius and Bacchus Church, excavation, restoration.
Küçük
Ayasofya Cami tarihi yarımadanın Kadırga semtinde bulunmaktadır. Marmara sahil
surlarının hemen yakınında inşa edilmiştir. Camiye çevrilmeden önce Bizans
dönemindeki adı Sergios ve Bakchos’tur. Kilisenin adını aldığı hikaye hayli
ilginçtir. Iustinos I ( 518-527 ) in yeğeni ve tek varisi olan Iustinianos I ( 527-565
) biran önce imparator olmak için arkadaşları ile birlikte bir plan yapar. Ancak
bu komplo imparator tarafından öğrenilir. Bu suçun cezası; taht iddiasında bulunan
kişiyi özellikle yüzünden sakatlayarak cezalandırmaktı. Genellikle taht
iddiasında bulunan kişinin burnu kesilir veya gözlerine mil çekilerek, kişi kör
edilirdi. Ancak, Justinos yeğeninden başka varisi olmadığından ikilemde kalır. O
gece rüyasına Sergios ve Bakchos adlı Malatyalı iki asker aziz rüyasına girer. Azizler
’’Bu komploda Jüstinyen’in bir suçu olmadığını diğerleri tarafından
kandırıldığını‘’ söylerler. Bu mucize herkes tarafından duyulur ve imparator
yeğenini affeder. Jüstinyen imparator olduktan sonra 527-536 tarihlerinde bu
kiliseyi yaptırır. Apsisten başlayarak orta mekanı çevreleyen arşidrav üzerinde
şiirsel olarak yazılmış, her iki azize adanmış şükran kitabesi yer almaktadır.
Sergios-Bakchos
kilisesi inşa edilmeden önce burada İncil yazarları Petrus-Paulos’a adanmış muhtemelen
518-519 yıllarında yapılmış bir kilisenin olduğu biliniyordu. Her iki kilise
Sergios Bakchos’un yapımı sırasında güney duvarında görülen kapı ve kapının hemen
arkasında arka arkaya 2 sütundan oluşan 4 sütunlu geçişle birleştirilmiş olduğu
anlaşılmaktadır.
Anılan
kilise, 16.y.y. başında; Sultan II.Beyazıt’ın kapı kethüdası olan Hüseyin Ağa
tarafından camiye çevrilmiştir. Bizans kiliseleri en fazla bu devirde -19 adedi-
camiye çevrilmiştir. Bu camiye ait Kadırga’da bir çiftte hamam ile Edirne ve
Amasya‘da vakfiyeler vardır. Kiliseyi camiye çeviren Hüseyin Ağa daha sonra
idam edilmiştir. Ağa’nın infazı bugün minarenin olduğu yerde yapılmıştır. Kafası
kesilen Hüseyin Ağa başı olmadığı halde koşmuş, bugün türbenin olduğu yere
kadar gelmiş ve burada can vermiştir. Öldüğü yerde çokgen planlı türbesi
bulunmaktadır. Günümüzde bu türbe Kesikbaş türbesi olarak da bilinmektedir.
Küçük
Ayasofya, camiye çevrildikten sonra birtakım değişiklikler geçirmiştir Örneğin;
1762 yılında, yapılan onarımda, minare eklenmiştir.1940 yılında zarar gören
minare, 1956’da tekrar yapılmıştır. Bir ara Halveti tarikatı tekkesi olarak da
kullanılmıştır. Son cemaat yeri ilave edilmiştir. Caminin avlusunda bulunan 31
odalı Medrese, ilk mektep Osmanlı dönemi eklentileridir. Günümüzde bu yapılar
ebru, hat dükkanları gibi eskiyi yaşatan mekanlara çevrilmiştir. Yapı daha
sonra da onarımlar geçirmiştir.üseyin
ağa daha sonra gözden düşmHHH HmHhh
Anılan
yapının kubbesinde ve üst kat duvarlarında meydana gelen derin çatlaklar, sıva
dökülmelerine yol açtığında; ibadet edenler için tehlike oluşturabileceği saptanmıştır.
Ayrıca binanın doğuya doğru kaydığı, son cemaat yerinin kuzeybatı köşesindeki
sütunun deplase olmasından da anlaşılmıştır.Bu nedenlerden ötürü caminin
onarımı için İstanbul Büyükşehir Belediyesinden sağlanan parasal kaynak ve 1 No’lu
İstanbul Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu kararı doğrultusunda zemin
sağlamlaştırma çalışmalarına başlanılmıştır. Zemin sağlamlaştırma konusunda
Prof. Dr. Ahmet Sağlamer ve ekibi çalışmıştır. Y.Mimar Mehmet Alper tarafından
hazırlanan kapsamlı proje ile onarım çalışmaları yürütülmüştür. Restorasyonla
ilgili çalışmalar Vakıflar İstanbul Bölge Müdürlüğü uzmanlarınca
denetlenmiştir. Söz konusu yapının içinde ve dışında yapılacak kazı
çalışmalarını yürütmek üzere İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nden Arkeolog M. Metin
Gökçay ve Rahmi Asal görevlendirilmiştir. Binanın temellerinin
sağlamlaştırılması için içte ve dışta 0.70 m aralıklarla karşılıklı çapraz olarak
uygulanacak mini kazıklar ile yer altındaki sağlam zemin üstüne yerleştirilmesi
ve temel duvarları zarar görmeden bu atkı üzerinde oturtularak, üstte kalan
kiriş başları bağ kirişi ile sağlamlaştırılması planlanmıştır.
Kazı
çalışmalarına 15.01.2003 tarihinde başlanılmıştır. Kazılara, ilk olarak, kuzey
cephesi boyunca başlanılması planlanmış ve bu cephedeki temel yapısının
niteliğinin anlaşılması amaçlanmıştır. Bu nedenle üstte bulunan geç döneme ait
kayrak taşları ile yapılmış Arnavut kaldırımı tarzındaki yol kaldırılmıştır. Osmanlı
dönemindeki yolun da muhtemelen bu şekilde olduğu düşünülmektedir. Bu
çalışmalara yönelik açılan ilk sondaj kazısında; üst kotlarda, mermerden
yapılmış aslan ayağı şeklinde bir sıra başı bulunmuştur.Bu sıra başı halen
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Çağlar boyu İstanbul Sergi salonunda teşhir edilen Hipodram’a
ait , iki adet sıra başının birebir benzeridir.
Sultanahmet Cami bahçesinde 1990‘lı yıllarda tarafımca da görülen, mermerden
yapılmış koltuğun, diğerleri de bir ihtimal, dikkatli gözlemleme ile bu çevrede
yapılacak kazılarla ortaya çıkabilecektir. Yapılan sondaj çalışması sunulan
olanaklar doğrultusunda ancak yüzeyden üç metre aşağıya kadar devam ettirilebilmiştir.
Açma içinde görülen duvarın düzgün kesme taşlardan yapılmış olduğu ve aşağı
doğru devam ettiği saptanmıştır. Ancak 6.yüzyıl temel yapılarında genel olarak
görülen büyük boyutlu marki köy (küfeki) taşlarının burada kullanılmış olduğu
saptanamamıştır.Kuzey doğuya doğru yapılan çalışmalar sırasında;mermerden
yapılmış eşik olabilecek bir taş in situ
olarak bulunmuştur.Binanın kuzey doğu köşesinde görülen bir kemer başlangıcı
belki kuzeye doğru bir binanın daha olduğu hissini vermektedir.Buranın daha
önce bir manastır olması da bu konunun düşünülmesi ve araştırılması gerektiği
kanısını uyandırmaktadır. Cami etrafında bulunan hazirenin kaldırılması ile
ilgili herhangi bir K.T.V.K.kurulu kararı olmadığından bu bölgede kazı
çalışmaları dar bir alanda sürdürülebilmiş ve gereken araştırmalar
yapılamamıştır.
Söz
konusu yapının apsisini oluşturan, doğu cephesi önünde kazı çalışmalarına devam
edilmiştir. Köşeli apsis duvarının kuzey köşesinde; testere dişi formunda, tuğla
ve horasan harçla örülmüş bir dayama duvarı saptanmıştır. Bu duvar muhtemelen
doğuda gevşek zemin üzerine oturan, ağır yapının bu yönde kaymasını önlemek
amacı ile yapılmıştır. Kilise yapısının doğusunda bulunan Osmanlı dönemine ait
mezarlar, bu bölgede yapılan kazı çalışmalarının da sınırlarını belirlemiştir. Belki
de mezarların geçici olarak kaldırılmasına yönelik bir kurul kararı olmaması
burada Bizans mimarisine ışık tutacak yeni donelerin ortaya çıkartılmasını
engellemiştir.
Apsisin
güneyine doğru yapılan kazılarda; yüzeyden yaklaşık 0.70.m aşağıda, dikdörtgen
prizması şeklinde 2.20x1.50x0.40 m boyutlarında, yeşil od taşı (marki köy taşı)
bloklar, birleşme yerleri üst üste gelmeyecek şekilde aşırılarak herhangi bir
harç kullanılmadan üst üstte konulmuştur. Bu bloklar üzerine yapı duvarları
inşa edilmiştir. Bloklar bina dışında tespit edildiği kadarı ile yaklaşık 3 metre, bina içinde ise üst
katı taşıyan sütunlara ve payelere kadar devam ettiği saptanmıştır. Bina içine
ve dışına doğru yerleştirilmiş bu yassı bloklar, yüksek ve dar bloklar yerine
kullanılarak, binanın hareketliliği karşılanmış ve muhtemel bir kayma bu
biçimde önlenmeye çalışılmıştır.
Güney
cephede ve minare çevresinde yapılan kazı çalışmalarında; güney cephe duvarında
belirli aralıklarla güney yönünde temel duvarları bulunmuştur.Her iki kilisenin
birleştiği bilindiğinden bunu kanıtlayan bu duvarlar; Petrus Paulos kilisesinin
temel duvarları olmalıdır.Minare çevresinde yapılan kazılarda minarenin
zeminini desteklemek amacı ile önceki kiliseye ait mermer sütun, sütun başlığı
ve kaideler ile mimari parçaların atıldığı saptanmıştır.
Batı
cephesinde; anılan kurul kararı gereği doğrultusunda, mini kazık çalışmalarına
esas olmak üzere son cemaat yerinde düz mermer levhalar kaldırılmıştır. Bunlar
çevrildiğinde, yüzeylerin haç, bitkisel veya geometrik motiflerin bulunduğu
görülmüştür. Bunların, Petrus Paulos kilisesine ait korkuluk levhaları ve mimari
süsleme elemanları olduğu sanılmaktadır. Daha önceki yıllarda Cinci Meydanına
bakan bir parselde yaptığım temel hafriyatında, burada çok miktarda lahit
teknesi, sütün başlığı, kaidesi ve mermer mimari parçalar ve kırılmış taşlar o
zamanda buranın Sergios Bakchos’un taş atölyesi olabileceğini düşündürmüştü. Bu
cephede caminin döşeme seviyesine kadar inilmiş ancak kayda değer herhangi bir
buluntuya tesadüf edilmemiştir. Bu cephede bulunan caminin cümle kapısının
içinde siyah-beyaz çakıl taşları ile yapılmış bir podima mozaik saptanmıştır. Bu
mozaik usulüne uygun olarak kaldırılarak koruma altına alınmış ve daha sonra
kullanılması amacı ile yetkililere teslim edilmiştir.
Proje
gereği kazı çalışmaları yapı dışında devam ederken içte de sürdürülmesi ön
görülmüştür. Bu amaçla yapının kuzeybatı köşesine yakın yerde bulunan kilise
kapısın iç tarafında batı duvarı köşesinde yaklaşık 3x3 metre ebadında bir
sondaj açması açılmıştır. Buradaki amaç; kuzey cephe dışında aranan temel sisteminin
bu defa içten aranmasıdır. Kazı çalışmaları sırasında, yüzeyden yaklaşık 1.5 metre aşağıda, bir
mezar yapısına bağlı olmadan gömülü iskeletlere tesadüf edilmiştir. Bu
iskeletler, herhangi bir yön gözetilmeden sanki kaldırılıp atılmış gibi
gömülmüştür. Tüm iskeletlerin göğüslerinin üstünde kalın bir kütle şeklinde
kireç topakları konulduğu saptanmıştır. Bu şekilde gömü büyük olasılıkla göğüs
ile ilgili bir salgın hastalık sonucu olduğu kanaatini oluşturmuştur.Bu
iskeletlerin kaldırılma işlemleri tarafımdan yapılmıştır.Ancak bu işlemler
sırasında, maske ve eldiven kullanılmaması bir ihtimal bazı riskleri de
beraberinde getirmiştir.Bu koruyucu malzemenin kullanılmaması işin gereği
çabukluğun sağlanması içindir.Burada ki sondaj çalışmaları suyun yoğun olarak
çoğalması nedeni ile yüzeyden yaklaşık -3.5 metrede bitirilmiştir.Burada, esas amaçlanan
temel duvarının niteliğinin anlaşılmasına yönelik çalışmalar, çok sayıda
iskelet ve dağınık olarak bulunan kemiklerden dolayı tam olarak yapılamamıştır.
Kazıların
bina içinde özellikle orta alanda genişletilerek yapılabilmesi için cami
zemininde bulunan 16.yy’a ait pişmiş topraktan yapılmış yaklaşık 6 cm kalınlığında
çokgen tuğlaların kaldırılmasına başlanılmıştır. Ancak asırlardır, aşırı nemli
zeminde kalan tuğlalar kondisyonlarını kaybettiğinden ilk etapta kaldırma
çalışmaları başarılı olamamıştır. Bu nedenle birkaç tuğla tahrip olmuştur. Tuğlaların
sağlıklı kaldırılması için çeşitli yöntemler denenmiş birçoğu zor ve uzun zaman
aldığı için tuğlaların üzerine plastik tutkal ile tülbent yapıştırılmış altları
metal küskülerle boşaltılarak güvenli bir şekilde yerlerinden alınmıştır. Böylece alt kattaki yaklaşık 1600 tuğla başarı
ile kaldırılmış daha sonra yerlerinde kullanılmak ümidi ile yetkililere
devredilmiştir.
Üst
katta bulunan tuğlalara burada kazı yapılmayacağı için herhangi bir işlem
yapılmamıştır. Burada yapılan incelemelerde güneybatıdaki birkaç tuğlada Osmanlı
dönemine ait yuvarlak damga olduğu tespit edilmiştir. Tarafımdan yapılan bu
incelemeler sırasında; özellikle Sirkeci-Halkalı banliyö treninin geçişi
sırasında, üst katta büyük bir sarsıntının olduğunu saptanmıştır. Alt katta ise
bu geçişlerin çok az olarak hissedildiğini, gün içinde 2 saat üst ve alt katta
yaptığım incelemeler sonucunda tespit etmiş ettim. O güne kadar kubbe ve üst
kat duvarlarında görülen çatlakların bina temelinde ki kayma ve depremler
sonucunda olduğu tahmin ediliyordu. Bu etkilerin tahribatta önemli bir rolü
olduğu açıktır. Ancak camiye çok yakın ve yapının ikinci kat seviyesinden geçen
trenin önüne katarak getirdiği hava kütlesinin binaya çarpması ile birlikte
yine bu seviyeden raylardan gelen titreşimlerin bu tahribatta rolünün önemli
olduğu kesindir. Bu durumu konunun uzmanlarına ilettim. Çözüm olarak da; tren
rayların bu bölgede güneye doğru deplase edilerek, tren rayları destek
duvarının bitiştiği güney duvarından ayrılmasını sağlamak için keson kuyu
sistemi ile perde duvarları yapılmasının uygun olacağı bildirildi. Bu öneri
daha sonra başarılı bir biçimde uygulanarak, yapıya bu yönde gelecek zararlar
önlenmiştir.
Bina
içinde yapılan kazılara öncelikle güney doğu kanadında başlanılmıştır. Burada
ki amaç yapı dışındaki temel bloklarının içeride devamının olup olmadığının
görülmesidir. Bina dışında görülen dikdörtgen prizması formunda temele ait
kütlesel taşların iç kısımda da devam ettiği tespit edilmiştir. Güneydoğu
kanadından batıya doğru dar uzun koridor ile pencere içlerinde kazılara devam
edilmiştir. Pencere içlerinde yapılan kazılarda; bina üst katından gelen
suların tahliye edildiği duvar içine yerleştirilmiş pişmiş toprak künkler ile
zemin seviyesinde künklerin oturduğu, ortası künk çapında delik olan mermer levhalar
bulunmuştur. Bu levhaların altında suyun akıtıldığı yaklaşık 0.5 m
genişliğinde, 0.6 m derinliğinde, doğu batı yönünde su kanalı ortaya
çıkarılmıştır. Bu bölümde bulunan yeşil breş sütunun alt kısmında derin
çatlaklar olduğu tespit edilmiş yetkililerden çelik çemberle güvenlik altına
alınması talep edilmiştir. Güneybatı köşeye doğru devam ettirilen kazı
çalışmalarında; muhtemelen Petrus Paulos kilisesine ait üzeri silmeli ve
ortasında haç motifi bulunan büyük boyutta bir mermer lento bulunmuştur.
Yapının
kuzey duvarının iç tarafı boyunca kazılara devam edilmiştir. Camiye çevrilirken
eklenen müezzin mahfilinin oturduğu zeminde birtakım fresk parçalarına tesadüf
edilmiştir .Bu parçalar Sergios Bakchos’a ait olabileceği düşünülse de, büyük
bir olasılıkla Petrus Paulos’dan getirilen molozla gelmiş olabilir. Bununla
birlikte apsis iç kısmının kuzeyinde duvar üstünde görülen kırmızı-mor renkli
fresk kalıntısı, kilise duvarlarının fresklerle kaplı olabileceği kanaatini
uyandırmaktadır. Kuzey kanadında yapılan araştırmalarda; duvarlarda pencere
seviyesine kadar Marmara mermerinden kaplama levhaları olduğu saptanmıştır.Bu
bölümde kazılara devam edilmiş, zemin seviyesinin hemen altında, üzeri mermer
levhalarla örtülü yaklaşık 0.3x0.3 m ebadında doğu batı yönünde bir su kanalı
ortaya çıkarılmıştır. Bu su kanallarının tüm yapıyı çevrelediği de
saptanmıştır. Bizans döneminde; yağışlı havalarda, ayakkabılara bulaşan
çamurların veya bina içine doluşan toz ve kirin temizlenmesi için kullanılan
suyun bina içinde toplanmasını önlemek için bu kanallar kullanılıyordu. Sözü
edilen kanallar, kuzey cephesinde bulunan pencere altlarından bir kanalla
buradaki daha derin kanala aktarılıyordu. Buradan da su, avluda bulunan kuyuda toplanıyordu.
Kuyu dibine çamurun çökmesi ile tekrar temizlikte kullanılacak su elde
ediliyordu. Bu sisteme ait kanallar kazılar sırasında saptanmıştır. Ancak
binanın içinde bulunan su kuyusunun bu sistem içinde kullanıldığına dair bir
kanıt yoktur. Belki temiz su temini veya ayazma olarak kullanılmış olabilir. Osmanlı
döneminde; Kadırga semtinin tulumbası burada bulunmakta, halen kuyu üzerindeki
tulumba ile su çekilerek, tulumbacılar tarafından yangınlara müdahale edilmekte
idi.
Yapıya
ait apsisin ortasında, zeminin hemen altında içi molozla dolu bir yapı, kazı
soncu ortaya çıkarılmıştır. Bu yapının haç planlı, uzun kolu kuzey-güney
yönünde olan haçvari rölik saklama hücresi tespit edilmiştir. Anılan yapının
içi kilise camiye çevrilirken, çevreden toplanan bir binaya ait olduğu saptanan
paye parçaları, taş, tuğla vb. molozla doldurulmuştur. Burada yapılan
çalışmalar sonucu bu moloz temizlenerek yapı dışına çıkartılmıştır. Uzun kolun ucunda
bulunan basamaklarla hücrenin içine inilmektedir. Bu hücrenin duvarlarının
siyah mermerle kaplı olduğu kalan parçalardan anlaşılmıştır. Ancak bu kaplama
levhalarının çoğunluğu kırılarak tahrip edilmiştir. Muhtemelen burada bulunan
maddi değeri çok olan bir parçadan dolayı define araması yapılarak mermer
kaplama levhaları sökülmüş duvar dipleri oyularak büyük ölçüde tahribat
yapılmıştır. Anılan hücrenin boyutları :uzun kol yaklaşık 4.2 m, kısa kol
yaklaşık 1.4 m, genişlik yaklaşık 1.1 m, derinlik yaklaşık 1.7 m olup kısa
kolun üzerini örten mermer levha in situ
olarak bulunmuştur. Rölik saklama hücresinin bir benzeri ise Selanik’te
Demetrios kilisesinde bulunmaktadır.
Kilisenin
orijinal taban döşemesini bulmak için orta mekandan kuzeye doğru yürütülen,
kısmi kazı çalışmalarında; Osmanlı döşemesinden yaklaşık 0.9 m aşağıda Marmara mermerinden
yapılmış levhalardan oluşmuş döşeme bulunmuştur. Döşemenin tamamen kırık ve
çatlak parçalardan oluştuğu ve kuzeye doğru meyilli olarak çöktüğü
saptanmıştır. Büyük bir olasılıkla Bizans döneminde olan bir deprem sonucu bu
çöküntünün oluştuğu düşünülmektedir.
Orta
mekanda bulunan güney batıdaki payenin önünde kuyuya yakın alanda orta mekana
doğru yapılan kazıda; breş sütunların önünde içteki temel yapısının anlaşılması
amaçlanmıştır. Orta mekanı çevreleyen sütunların hemen altında yaklaşık 1.65 m
yüksekliğinde küfeki (Makriköy ) taşlardan bir çeşit mütemadi temel yapısı
tespit edilmiştir.Sözü edilen taşların bittiği seviyeye kadar kazılara devam
edilmiştir. Bu bölgede yapılan kazılar sırasında yaklaşık -1.1 m kotunda yine
yaklaşık 1.7x0.4x0.6 m ebatlarında beyaz renkli dikdörtgen prizma şeklinde bir
kütle bulunmuştur. Bunun önce ne olduğu anlaşılamamış, daha sonra yapılan
incelemede ıslak ve yumuşak olduğu saptanmıştır. İçinde ne olduğunu araştırmak
amacı ile keskin bir metal parça kesilmiş ve içinde insan kafatası olduğu
görülmüştür. Bu aşamadan sonra itinalı bir şekilde kireçler temizlenerek insan
iskeleti ortaya çıkartılmıştır. İskeletin bir tabut içinde olduğu kuzeydeki yan
tahta ile alttaki taban tahtasından anlaşılmıştır. Muhtemelen salgın bir
hastalık sonucu ölen bir kişinin tahta tabuta konarak üzerine sönmemiş kireç
dökülerek söndürüldüğü; iskeletin ayaklarının düz olarak tabut zemininde
yatması gerekirken, kirecin yakması sonucu acı ile kasılan dizlerin yukarı
doğru kıvrık olarak kaldığı tespit edilmiştir. Ayrıca kemiklerin renginin
yeşilimsi mavi olduğu görülmüştür.Bu bölgede boydan boya kanal şeklinde açılan
bir alana çok sayıda insan iskeletinin hiçbir ritüel gözetilmeden gelişi güzel
atıldığı ayrıca saptanmıştır.Bu da tüm şehir göz önüne alındığında, ne kadar
büyük bir salgın hastalık yaşandığını tahmin etmek güç olmaz. Daha önce
kazılarda çok miktarda mezar kazdım. Özellikle veba salgını nedeni ile yapılan
gömüleri gördüm. Örneğin Tahtakale hamamı yakınında bulunan bir Osmanlı
yapısı(muhtemelen bir ticarethane) önünde yaptığım kazıda; muhtemelen 17. yüzyılda
veba salgını nedeni ile ölmüş insanlara ait iskeletler bir çukura atılmış üzeri
toprakla karıştırılmış horasan harçla örtülerek toplu gömü yapılmıştı. Bu
iskeletler büyük bir olasılıkla Rüstempaşa Cami inşaatında çalışan işçilere
aittir.
Küçükayasofya
cami kazıları devam ederken ilk açılan mezardan sonra-yaklaşık dört ay içinde-
hızla kilo kaybetmeğe başladım. Bu süre zarında ki kilo kaybım tam 16 kg’dı. Bunun
üzerine, Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde yapılan tetkikler sonucunda; tüberküloz
teşhisi ile yaklaşık bir ay bu hastanenin göğüs hastalıkları bölümünde yattım. Bu
aşamadan sonra Rahmi Asal kazılara tek başına devam ederek kazıyı bitirmiştir.
Kent
arkeolojisi kapsamında yapılan kazıların sonucunda; Büyüksaray sınırlarının
batı ucunda bulunan, Sergios Bakchos Kilisesinin, mimarisi ve temel yapısı ile
bilmediğimiz bir takım konular aydınlanmıştır. Ayrıca, Bizans mimarisinin
6.yüzyıl temel yapısında bildiklerimiz doğrulanmış, bilmediğimiz konular
hakkında da yeni bilgiler edinilmiştir. Tarafımızdan, İstanbul içinde yapılan
kazılarda daha önce saptanan hususlar burada tamamen doğrulanmıştır.
Bu
kazıdan elde edilen sonuçları aşağıda olduğu şekilde sıralayabiliriz:
1)Orta
mekanı çevreleyen arşidrav da yer alan kitabenin ve bunun alt ve üstünde yer
alan bitkisel bezemelerin temizliği sonucunda; bunların özgün renkleri ortaya
çıkarılmış ve bu şekilde koruma altına alınarak sergilenmiştir.
2)Bizans
mimarlığında, genel olarak bina ve sur yapımında bazı dönemlerde; temelde
kütlesel küfeki taşları toprak üstüne doğrudan yerleştirilerek, üzerine sütun
duvar gibi taşıyıcılar yerleştirilmiştir. Burada doğu kısmında, kullanılan
yassı dikdörtgen prizması taşlar özellikle dışa doğru, bir sırada birden fazla
blok şaşırtmalı olarak üst üste konarak üstündeki duvarın kayması engellenmesi
amaçlanmıştır.
3)Petrus
Paulos’a adanmış ve muhtemelen 6.yüzyıla ait olan kilisenin bu bölgede olduğu
biliniyordu. Ancak yerinin tam olarak tespiti bu kazı ile yapılabilmiştir. Bu
yapıya ait temeller ve mimari ve süsleme parçaları da bulunmuştur. Rölik
saklama hücresinde bulunan moloz içindeki paye parçası yine bu yapıya aittir. Küçük
bir olasılık olsa da, avlunun batısında cami lojmanı önünde bugün park olarak
kullanılan yerde, ayni yıllarda yaptığım kazıda yaklaşık 6.yüzyıla ait bir
yapının alt katını oluşturan tonozlu bir yapıyı ortaya çıkartmıştım. Belki de
bu paye parçası, burada bulunan tonozlu yapının üst katına aittir. Ayrıca
Osmanlı döşemesi altında bulunan cam kandil parçaları, pişmiş toprak ve
kemikten küçük bezeme elemanları ile mermer büyük lento da anılan kiliseye ait
olmalıdır. Büyük bir olasılıkla; bu kiliseye ait molozun, Osmanlı döneminde, herhangi
bir nedenle kayan ve bozulan döşemeyi tesviye etmek amacı ile buraya taşındığı
tespit edilmiştir.
4)Daha
önce, Selanik’te Aziz Demetrios kilisesinde görülen haçvari rolik saklama
hücresi burada da saptanmıştır.
5)Çok
katlı kagir Bizans yapılarında üst katta biriken suların ne şekilde dışarı
tahliye edildiğini; ilk olarak Arkeolog Erdoğan Bilen ve Yasemin Güner
tarafından başlanılmış daha sonra ben ve Rahmi Asal ekibe dahil olduğu,
Merdiven kulesi (Magnaura Sarayı) kazısında, alt kat salonlarında saptamıştık. Bu
mekanın duvarları içinden gelen pişmiş toprak künklerin ortası künk çapı kadar
delik mermer levhaların içine oturtulmuş bu şekilde suyun dışarı taşması
engellenmiştir. Buradan taş kaplı ve horasan harçla sıvalı yaklaşık 0.4 m genişliğinde
0.6 m derinliğinde bir kanalla ortada oluşturulan bir logarda toplanıldığı ve
doğudaki komşu parselde bulunan sarnıca akıtıldığı görülmüştür. Ayrıca bu
mekanın güney duvarının altında bulunan kuyu ise suyun bu kanallarla tahliye
edilmemesi durumunda devreye girdiği yapılan araştırmalarda saptanmıştır. Sergios
Bakchos Kilisesinde ise kanallar pencerelerin içlerinin, temel seviyesinde
yapıyı dolaşmakta ve kuzeyde bulunan pencere altlarında bulunan toplama
kanalları ile bahçedeki kuyuya aktarılıyordu. Binanın alt katında yıkama sonucu
toplanan sular da daha önce bahsedildiği gibi mermer döşemenin hemen altındaki
kanalla kuzeydeki pencere altlarından bina dışına tahliye ediliyordu.Bu sistem
ilk defa bu kazı sırasından belirgin bir şekilde saptanmıştır.
6)Bu
kazı mezar kazısı yapacak genç meslektaşlarıma eğitici bir örnek olacağı için de
ilginçtir. Mezar kazılarında ortaya çıkan risklerin incelenmesi o günkü
idarecilerden talep edildiği halde bu istek, her nedense ciddiye alınmamış bu
itibarla salgın hastalıklar sonucu yapılan gömülerin kazılması sırasında ortaya
çıkacak ve biz arkeologları tehdit edecek tehlike olup olamayacağı tam olarak
tespit edilememiştir. Ancak bu konuda kötü bir deneyim yaşayan bir kişi olarak;
mezar kazılarında maske ve eldiven kullanılmasını öğütlüyorum.
7)Bina
içinde kubbe ve duvar restorasyonu için kurulan iskeleler nedeni ile kazıların
yapıldığı alanlar yeterince aydınlatılmadığından fotoğraf ve slayt ile yapılan
belgeleme çalışmaları ışık yetersizliği nedeni ile arzu edilen nitelikte
olamamıştır.
Müze
kurtarma kazıları adı altında yapılan kent arkeolojisi kazıları sonuçları ne
yazık ki fazlaca yayınlanamamaktadır. Ümit ederim ileride yasalarda yapılacak
değişikliklerle, kazıları yapan kişiler tarafından bu yayınlar zaman geçirilmeden
yapılırsa kent arkeolojisi bakımından bilinmeyenler bilinir hale gelecektir.
KAYNAKÇA
Cyril, C. 1985. Byzantine
Architecture, Electa/Rizolli , Newyork.
Düzgüner,
F. 2004. Iustinianus Dönemi'nde İstanbul'da Yapılar, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul.
Eyice,
S. 1994. “Küçük Ayasofya Camii”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi,
İstanbul.
Feld,
O. 1968. Beobachtungen in der Küçük
Ayasofya (Kirche der hll. Sergios und Bacchos) zu İstanbul.
Müller-Wiener,
W. 2001. İstanbul'un Tarihsel Topografyası, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
Özdemirci,
P. 1947. Sergios ve Bakhos Kilisesi (Küçük Ayasofya Camii), İstanbul Üniversitesi, İstanbul.
Sakin,
O. 2002. Tarihsel kaynaklara göre İstanbul depremleri, Kitabevi , İstanbul.
Tutkun,
M. 1977. Sergios-Bakhos Kilisesi: Küçük Ayasofya Camii, İstanbul Üniversitesi,
İstanbul.
Resim 1. Yapının planı
Resim 2. Caminin demiryoluna olan yakınlığı
Resim 3. Kubbedeki tahribat
Resim 4. Yapı duvarlarında meydana gelen tahribat
Resim 5. Son cemaat yerinde yer alan 6 sütundan deplase olmuş
sol başta ki sütunun görünümü
Resim 6. Yapılacak olan mini kazık sistemi
Resim 7. Yapıyı demiryolundan ayırmak için yapılan perde
duvarı planı
Resim 8. Keson kuyu içinde ortaya çıkarılan Petrus Paulos‘a
ait temel duvarı
Resim 9. Osmanlı dönemine ait döşeme tuğlalarının kaldırılması
Resim 10. Apsisin soltarafındaki duvarda görülen fresk izleri
Resim 11. Bina zemin katında toplanacak suları tahliye eden
kanallar
Resim 12. Üst kattaki suların tahliyesinde kullanılan pişmiş
toprak künk ve kanallar
Resim 13. Sütunları taşıyan küfeki bloklar
Resim 14. Kilisenin orijinal döşemesi
Resim 15. Haçvari rölik saklama hücresi
Resim 16. Rölik saklama hücresi içindeki mermer kaplama parçaları
Resim 17. Arşidravın temizlendikten sonra ortaya çıkan boyalı
hali
Resim 18. Hipodroma ait bir sıra başı
Resim 19. Testere dişi şeklindeki apsis dışındaki istinat
duvarının çizimi
Resim 20. Apsis’in kuzey doğusunda bulunan testere dişi biçimli
dayama duvarı
Resim 21. Petrus Paulos’a ait temel kalıntıları
Resim 22. Sergios-Bakhos ile Petrus Paulos’u birleştiren kapıya
ait büyük kemer
Resim 23. Bina içinde yapılan kazı çalışmalarında bulunan haç
kabartmalı lento(muhtemelen Petrus Paulos’ait)
Resim 24. Son cemaat yerinde bulunan mimari elemanı (olasılıkla
Petrus Paulos’a ait)
Resim 25. Son cemaat yerinde bulunan bir korkuluk levhası
(Petrus Paulos’a ait olabilir)
Resim 26. Güneydoğuda, yatay bloklardan oluşan temeller
Resim 27. Orta mekanı çevreleyen breş sütunlar
Resim 28. Bina içinde açılan ilk mezar
Resim 29. Açılan mezarların bir tanesinden görünüş
Resim 30. Tabut içine dökülmüş kireç tabutun şeklini almıştır
Resim 31. Tabut içindeki iskeletin kireçten temizlendikten
sonraki hali
Resim 32. Onarım çalışmaları bittikten sonra cami ve türbeden
görünüş